10 Aralık 2017 Pazar
ÖLÜMSÜZ OLMAK İSTER MİSİNİZ?
Ölümsüz olmak ister misiniz?
Beynimizin tüm atomlarının aynısını bir yana kopyalasaydık. Tam bir kopyasını çıkarmış olsaydık. O beyin de bizim gibi düşünür müydü? Şu an bu metni yazdığım telefonun aynısını bir kenara kopyalamış olsaydım, tüm atomlarıyla beraber, yine de içindeki bilgiler olmayacaktı. Çünkü bu bilgiler tam olarak fiziksel anlamda depolanmıyor. Evet fiziksel iz düşümleri var, fiziksel anlamda bilgi ortaya çıkarıyorlar fakat bu bilgilerin ortaya çıktığı şey içeride değil, bu bilgiler ısı enerjisiyle dağılıyor. Yani ben bu bilginin tümünü bu telefonu bir yere kopyalamak elde edemem. Aynı şey beyin için de geçerli. Sizin düşünceleriniz, sizin çocukluğunuzdan beri edindiğiniz beyinde açtığınız belli yollar sayesinde ortaya çıktı. O yolların aynısını kopyalasaydık bile, elektronlar yani beyninizin çalışmasını sağlayan sistem, o yolları ( aynı yolları) kullanmayabilirdi. Çünkü o yolları kullanacak olan şey yine içeride yarattığınız o düşünceler. Yani beyninizi kapatmış olsaydık, içerideki elektriği bir şekilde kapatmış olsaydık diyelim, tekrar çalıştırdığımızda bomboş bir beyin olacaktı. Çünkü bilgi içeride fiziksel olarak tutulmuyor. Peki ama nasıl tutuluyor? Şablonlar olarak. Şablonlar, zamana da dayalı bazı matematiksel işlemler. Şimdi burada şöyle bir eleştiri gelebilir; sonuçta şablonların da beyinde yarattığı belli bir fiziksel iz vardır. Aynı şekilde bu yazının da telefonun içinde yarattığı bazı fiziksel izler var, fakat bu yazının tümü bu telefonun içine fiziksel olarak depolanmıyor. Şöyle ki şablonlar şablonları tanımlayabilir. Mesela, bugün Google'a girip yaptığınız bir arama, matematiksel işlem olarak bilgisayara gidiyor ve diyoruz ki bilgisayar o matematiksel işlemi tanıyor. Hayır aslında tanıyan bilgisayar değil. Bilgisayar sadece belirli metal ve yarı iletken madenlerin bir araya gelmesiyle oluşmuş bir kutu. Tanıyan şey bu kutu değil, başka bir matematik algoritması. Yani bilgisayarın içinde gerçekte olmayan, fiziksel bir yapısı olmayan bir algoritma sizin yaptığınız işlemi tanıyor. Matematiksel işlemler birbirlerini tanıyor ve günümüzde bilgisayar dünyası da bu. Bilgisayardan hafıza kartlarını çıkartsaydık bile, işlemcileri, bu matematiksel işlemler sonucunda birbirlerini tanımaya devam edeceklerdi. Yani her şeyin fiziksel olarak depolandığı bir bilgisayar dünyası yok. Kaldı ki fiziksel depolama demişken harddisklerin üzerinde bile fiziksel anlamda bir depolama yapılmıyor manyetik olarak yapılıyor. Evet sonuçta manyetik alan da bir fiziksel izdir fakat siz o manyetik alanın kendisini kopyalayamazsınız. Kopyalama işlemini yaptığınızda o yok olacaktır. Söylemek istediğim, bir harddiski kopyalamak istediğinizde o kopya tamamen aynısı olamaz.
Ama şöyle bir şey var, bilgi belki o bölgede yok ama evrene dağılıyor. Evren deterministik olduğundan dolayı tüm fiziksel bilgi bir şekilde evrende kalıyor. Evrenin tümünü okuyacak bir zihin veya bir makine olsaydı, beyni kopyalarken dışarı çıkıp şablonları oluşturmuş diğer geçmiş bilgileri de derkenip aynı beyin yapılabilirdi. Bu deterministik bir kopyalama işlemi olurdu. Aslına bakarsanız beynimizde bunu kolaylaştıracak bir şey de var. Buna dil diyoruz. Aynı yazılım dilleri gibi. Beynin içerisinde de bir dil çalışıyor. Hatta bu dil kendi içerisindeki kurallara bağlı. Ama bir zamanlar öyle değilmiş. Bundan yüz sene önceye gitmiş olsaydık. Bizim konuşma biçimimiz onlara çok farklı gelecekti. Biz onların yazdığı kitapları rahatlıkla anlıyoruz ama onların günlük dilinde konuşmaya çalışsaydık bunu başaramayacaktık. Bunun nedeni onların günlük konuşma dilleriyle yazılı dilleri arasındaki farkın oldukça fazla olması. Fakat bizde öyle değil, bizler eğitiminizi yazılı dil ile alıyoruz. Yazılı dilin dile yaptığı şöyle bir aksiyon var; kuralları belirli olduğundan ve esnetilemediğinden dolayı, yazılı dilde neredeyse bir aksan yok. Aksansızlık ve esneksizlikten muaf olması yüzünden daha matematiksel bir yapısı var. Bu matematik bildiğimiz Aristocu matematik değil, dil ile ilgili bir matematik ve her dil ailesinin başka bir matematiği var. Buna kısaca zihin matematiği de diyebiliriz. Evrenin tümünü okuyan bu makinemiz, düşünceleri kopyalayacağı zaman bu zihin matematiğini çözmesi yeterli olacaktır. Zihin matematiğini çözmesi demek bizim dilimizi çözmesi demek. Bu da bizim sadece dilimiz ile düşündüğümüz ön kabulünü beraberinde getirir. Şöyle ki; ben size elma dediğimde beyninizde bir elma resmi canlanacaktı fakat bu elma resminin oluşabilmesi için benim dilimi biliyor olmanız gerekir. İşte beyin ana diliniz ile çalışıyor. Elma resminin beyninize ulaşabilmesi için elma kelimesine de ihtiyacı var. İletişimle düşünmek zorunda kalıyoruz. Bu iletişim dili matematikselleşirse, kurallarla kapalı bir şey haline gelirse daha kolay çözülür ama bu onun daha sezgisel olmasını da engeller. Bu aynı zamanda dil bilimciler için bir sorun, yazılı dilin dile yaptığı bu şablonlaştırma, onu matematikselleştirme durumunun dile yapılmış bir zarar olduğunu düşünüyorlar ve hatta bundan muaf bir dil üretme yoluna da gitmişler.
Bunun yanına şu konuya da değinmek istiyorum. Westworld, son zamanların popüler dizisi. Birinci sezon, sekizinci bölümde ( spoiler içermez) Robert ismindeki karakter insan yapısı, yapay bir zihne sahip bir karakterle şöyle bir diyalog yaşıyor:
Makine olan karakter: Benim senden farkın ne? Madem aynı şeyleri hissediyorum aynı şeyleri düşünüyorum, benim senden farkım ne ?
Robert'ın cevabı ise şöyle: Bunun cevabı benim için oldukça açık, biz de sizin gibi bazı direktifler ile çalışıyoruz, sizin gibi bazı rutinlere gömülmüşüz, biz de sizln gibi kararlarımızın ardını sorgulamıyoruz, biz de sizin gibi bazı sorular sorabiliyoruz, felsefik sorular. Bu şu sonuca götürüyor bizim sizden bir farkımız yok.
Bu oldukça ilgi çekici ve neredeyse benimsenecek bir şey makine zihninden bir farkımız olamaz çünkü makine zihni de neredeyse bizimle aynı şeyleri yaşıyor. Her şey aynı. Eğer organik maddelerden yapmışsak biyolojik beş zihin olur ve bir fark olmaz öyle değil mi?
Benim buna yapacağım şöyle bir eleştiri var, bizden oldukça büyük bir farkı olacaktır. Makineler ne yazık ki ölümsüzlerdir. Ne yazık ki diyorum çünkü bizim zihnimizin bu hale gelmesinin ardında ölüm çok büyük bir yer kaplar. Bizim kültürümüz, bizim geçmişimizin tümü ölüm kültürüdür. Bizler ölümün önümüzde yarattığı engelden dolayı bu günlere gelebildik. Beynimizde amigdala ve ego sadece ölümden kaçmaktadır. Bizim bütün yaptığımız sanat eserleri doğum ve ölüm ile ilgilidir. Neslin devamlılığı bizim geçiçiliğimiz ile alakalıdır. Bizim dilimiz bile ölüm ile alakalıdır. Geçiciliğin canlılığa yaptığı şey çok açıktır. Benim geçiciliğim veya sizin geçiciliğiniz bu evrimsel basamakları ortaya çıkartıyor. Biz geçip gideceğiz ve yerimize başkaları gelecek, yerimize gelecek olan şeyler daha farklı olacak. Bu bizim evrimimizin bir ürünü. Evrim bir şeylerin geçici olması sayesinde ilerliyor ve eğer kalıcı olsaydık yazıya geçirilmiş bir dil gibi, bu geçiciliği öldürecekti ve geçiciliğin getirdiği güzelliği, ilericiliği öldürecekti. Westworld dizisinde hastalıkların çok kolay tedavi edildiğinden bahsediliyor ve bunun da anlamı öldürdüğünden.
Zaten tüm insan kültürü ve insanların ilericiliğini sağlayan şey de bu geçicilik. Makineler ölümsüzlüğü alarak çok şey kaybediyor. Kaçırdıkları çok şey var. Bu geçicilik, bu kelebek etkisi, çiçeklerin solması, güzel şeylerin evrende hızlı bitmesi ile ilgili. Supernova'ların evrendeki en güzel tabloları ortaya çıkartması , supernova'ların bir patlama anı kadar olması. Benim görebildiğim kadarıyla ölümsüzlük pek de isteyeceğimiz bir şey değil. Popüler kültürde vampirlerin ölümsüzlüğe duydukları bunalıma varan duruşları da ardında bunu gerektiriyor. Bizim zihinlerimizin çalışma biçimi ölümsüzlüğe uygun değil. Şeker yemeye benziyor, vücudumuzun istediği ve bizi iyi hissettiren bir şey fakat fazla yerdeki ölüme neden olan bir şey. Ölümsüzlükte bunun gibi, gerçekten çok arzulanan bir şey fakat ulaşıldığında , felaketimiz olacak. Makineler tasarlarlanırken insan zihinleri ile tasarlanıyor ve Westworld'de de böyle bir durum var. Makineler ölümsüzlük gibi bir olguyla haşır neşirler ve onların zihinlerine bu işkenceyi belki de yapmamalıyız . Makinelerin tasarlandığı zihinlerin ölümsüzlükle uyumlu olması gerektiğini düşünüyorum.
Peki şey, ölümsüz olmak ister misiniz?
19 Kasım 2017 Pazar
YERALTINDAN NOTLAR
Bana öyle geliyor ki notlara başlamakla zaten bir kusur işledim. Hiç olmazsa bu öyküyü yazdığım sürece utancımdan yerin dibine geçtim. O halde benimki edebiyatla uğraşmak değil, suçumun kefaretini ödemek oldu. Köşemde manen çürümüş, çevreden, canlı yaşamdan kopmuş, yeraltında kendi yarattığım kine boğulmuş olarak yaşama nasıl yan çizdiğimi uzun uzadıya anlatmanın hoşa gidecek nesi var? Sonra romanda bir kahraman istenir, oysa benimkinde inadına bir kahramanın karşıtı olan tüm özellikler bir araya toplanmış. İşte bu yok mu ya bizim gibileri anlamanın en kestirme yoludur. Çünkü biz az ya da çok yaşama alışkanlığını yitirmiş, aksaya aksaya yürüyen insanlarız. Hem de gerçek canlı yaşamadan tiksinecek, onun lafını bile işitmek istemeyecek kadar yaşama yabancılaşmışız. Bu yabancılaşmayı canlı yaşama bir iş, bir görev sayarak onu kitaptan öğrenmeyi üstün tutacak dereceye vardırmışız. Madem öyle, neden bazen içimiz içimize sığmaz, bir takım aptallıklar yapar, bir takım istekler besleriz? İşte bunun nedenini kendimiz de bilemeyiz. Saçma sapan isteklerimiz yerine getirilmiş olsa bundan zarar görmüş olan yine biziz. Şöyle deneme olsun diye içimizden birine daha çok özgürlük verin, ellerindeki bağı çözüp yaşama alanını genişletin, üstündeki vesayeti kaldırın, bakın o zaman yeniden vesayet altına girmek için önce kendisi can atacaktır.
Biliyorum bunları yazdığım için bana kızacak, ayaklarınızı yere vurarak siz kendinizden yeraltı geçen zavallı yaşantınızdan söz edin. Biz hepimiz gibi sözleri ağzınıza almayın diye bağıracaksınız. İzin verin sevgili okurlarım, ben bu hepimizliğe sığınarak kendimi temize çıkarmış oluyorum. Nasıl yaşadığıma gelince, sizin kendi yaşamınızda yarıda bıraktığınız şeyleri ben sonuna kadar götürdüm. Üstelik siz ödlekliğinizi, ölçülü davranış sayarak kendi kendinizi aldatıp avunuyorsunuz. Bu duruma göre ben sizden daha canlı bir insan olmuyor muyum? Şöyle bir daha dikkatlice düşünün biz bugün canlılık denen şeyin nerede bulunduğunu, neyin nesi olduğunu, hangi adla çağırıldiğını bile bilmiyoruz. Elimizden kitaplarımızı alsalar bir anda neye uğradığımızı şaşırırız. Artık hangi yolu seçeceğimizi, kime tutunup kimden kaçacağımızı, neyi sevip neden nefret edeceğimizi, neyi sayıp neyi hor göreceğimizi bilemeyiz. Bize insan olmak yani eti ile kemiği ile insan olmak bile yük geliyor. Bundan utanıyoruz, ayıp sayıyoruz soyut insan diyebileceğimiz garip yaratıklar olmaya can atıyoruz. Biz ölü doğmuş kişileriz, zaten çoktandır canlı olmayan babaların soyundan ürüyoruz ve bu durumu gittikçe daha çok beğeniyor bundan zevk almaya başlıyoruz. Neredeyse bir kolayını bulup bizleri doğrudan doğruya, düşüncelerin doğurmasını sağlayacağız. Eh yeter bu kadar. Bir daha da yeraltından yazmak istemiyorum.
Bununla birlikte bu çelişki hastasının notları burada bitmiyor. Dayanamadığı için o yazmayı sürdürdü. Ama biz burada dursak daha iyi olur sanıyorum.
Fyodor Mihayloviç Dostoyevski, Rus roman ve öykü yazarı." Ben, içi öfke dolu, hasta ve çekilmez bir adamım." diye başlayan Yeraltından Notlar'ın son bölümünü sizlerle paylaşıyorum.
İnsanın iç dünyasını en gizli kalmış yönlerini erişilmesi güç bir saydamlıkla yansıtan yapıtlarıyla 20. yüzyıl roman anlayışı üzerinde derin ve evrensel bir etki bırakmış, yazar.
Dünya edebiyatı tarihinde Fyodor Mihayloviç Dostoyevski'den sonra yetişmiş hiçbir edebiyatçı yoktur ki, bu büyük romancıdan etkilenmemiş olsun..
Ömrü boyunca çile çeken yazar, özlemini kurduğu dünyayı, kendi dünyasında yaşadıklarını ve hayatına dair ne varsa hepsini eserlerinde yansıtmıştır. Hepsi birer başyapıt olsun romanlarının her satırında insan ruhunun görkemli destanını olağanüstü bir dehayla anlatmıştır.
Yeraltından Notlar, Dostoyevski'nin bir eseri ve yalnızca bir karakteri var. O da Yeraltı Adamı. Bu eser kısa bir roman ama bir insanın iç dünyasında yaptığı serzenişler, itiraflar, hakaretlerden oluşan uzun bir monolog. Ülkemizde sevilen bir eser ve hala okumadıysanız mutlaka okumanızı tavsiye ederim. 2012 yılında Zeki Demirkupuz bu kitaptan yola çıkarak serbest bir uyarlama yaptı. "Yeraltı" adında film çekti. Bu arada Celal Mordeniz'in yönettiği ve bu tek karakteri, yeraltı adamını, Nadir Sarıbacak'ın canlandırdığı tek kişilik bir tiyatro oyunu uyarlaması da var. Kitabı okumadıysanız okumanızı, Zeki Demirkupuz'un filmini izlemediyseniz izlemenizi tavsiye ediyorum.
5 Kasım 2017 Pazar
ÇALIŞIRKEN MÜZİK DİNLENİR Mİ?
Çalışırken müzik dinlenir mi? Çalışırken müzik dinlemek konsantrasyonunuzu bozar mı yoksa konsantre olmanızı mı sağlar?
Bu sorunların cevabını vermeden önce, size başka sorular sormam gerekiyor.
Yeni bir şeyler mi öğreniyorsunuz?
O halde müziği kapatın. Çünkü insan beyni yeni birşeyler öğrenirken onu daha önceki bilgilerinize kıyaslarken aynı zamanda bir de müzik dinlerseniz ona da ilgi gösterecektir. Bu da beyin için iki katı zorluk demek oluyor. Neyin zorluğu derseniz, yeni öğrenmeye çalıştığınız şeyi öğrenmenin zorluğu. Etkili ve kalıcı bir öğrenme sağlamamış oluyorsunuz çünkü.
Ders çalışırken müzik dinlenir mi?
Ders çalışırken de yeni bir şeyler öğrenmeye çalışırız. O yüzden müziği kapatın. Bu konuda yapılan şöyle bir araştırma var. Ders çalışan öğrencileri gruplara ayırıyorlar.
Grubun biri sessiz ortamda ders çalışıyor. Diğeri sevdiği bir müziği dinleyerek. Diğeri ise sevmediği bir müziği dinleyerek. Sonuncu gruba ise onlar ders çalışırken yanlarında , başka bir konu hakkında konuşan birilerini koyuyorlar.
Araştırma sonucu ne biliyor musunuz? Sessiz ortamda çalışan grup en başarılı grup oluyor çünkü onları dışardan etkileyen herhangi bir şey olmadı. Fakat diğer gruplarda benzer şekilde hatalar yapmışlar çünkü onları dışardan etkileyen bir şeyler var. Sevdiğin ya da sevmediğin müziği dinlemek önemli değil yani. Asıl önemli olan şey beynin yeni bir şey öğrenirken yalnızca o şeye odaklanmış olması. Sessizlik en iyisi. Fakat istisnalar olabilir.
Çalıştığınız yer gürültülü mü?
O halde müziği açın. Çünkü etrafınızda birçok çeşit gürültü olabilir. Beyniniz her birini tek tek algılamaya çalışırken, yaptığınız şeye tam olarak odaklanamaz. Müziği açın açmasına da böyle sözlü bir müzik olmazsa çok daha iyi olur. Böyle sözsüz sakin, dinlendirici bir müzik açarsanız tadından yenmez.
Tekrarladığınız bir iş mi yapıyorsunuz?
O halde müziği açın. Tekrarlanan işten kastım yeni şeyler öğrenmiyorsanız, her gün yaptığınız şeyi yapıyorsanız açın müziği. Çünkü bu sizin konsantrasyonunuzu artıracaktır belki de. Bu gibi durumlarda müzik sizin performansınızı arttırabilir.
Araba mı kullanıyorsunuz?
O halde müziği açın ama sözlü bir müzik açtıysanız siz de şarkıya eşlik etmeyin. Çünkü yine yapılan başka bir araştırmaya göre araba içinde şarkı söylemek sürücünün tepkilerini zayıflatıyormuş.
Çalışırken yeni bir müzik mi dinliyorsunuz?
Dinlemeyin. Zaten müzisyene de ayıp olur. İçinde sürpriz ve yenilik faktörü barındıran her türlü aktivite beyninizin ilgisini çeker. Dopamin hormonu salgılamasına sebep olur. Bu da size bir dereceye kadar keyif verir. Ama sonrasında keyif verdiği için beyniniz onunla daha çok ilgilenmeye başlar. Bu da çalışma için gerekli konsantrasyonunuzu bozar.
Peki ne zaman müzik dinleyelim?
Çalışmadan hemen önce. Doğru seçilmiş bir müzik ruh halinizi değiştrir. Mutlu ve enerjik hissetmenizi sağlar. Sizi yapacağınız çalışmaya hazırlar. Hatta bazı şirketlerin çalışanlarına mesaiden önce şarkı söylettiği de bilinir. Çalışmaya başlamadan, bir işe girişmeden önce kendinize iyi bir motivasyon müziği seçin. İşe yarar. İnanmıyorsanız hemen deneyin.
10 Eylül 2017 Pazar
SIFIR
21/Sevmek Yeter Sandınız!
Bu , büyüme sancıları içinde olan oğlunuzun, siz anne ve babasına hitaben karaldığı bir mektuptur. Belki de son mektubudur. Bilmiyorum:
beni tanımıyorsunuz.
tanıma çabanız ise size öğretilenlerden ibaret.
veya, kendi ailenizden gördüğünüz kadar işte.
yeterli değil ve siz farkında değilsiniz!
en acı veren taraf ise,
tanıdığınızı sanıp bana hep doğruları söylememiz.
kendi doğrularınızı.
onlar da nedense hep yapmamam gerekenler.
ve o kadar çoklar ki!
ben sanırım büyüyorum.
kafam karışık.
kim olduğumu anlamaya çalışıyorum.
neden nefes aldığımı!
okulda aldığım notlardan mı ibaretim ben?
bana o notu veren hoca kim, ne kadar tanıyor ki beni?
boğuluyorum ve siz farkında değilsiniz!
biri bana iyi bir laf etti mi mutlu oluyorum mesela.
ne garip ki, bu da internette oluyor en çok veya sokakta.
ve ne acı ki, tanımıyorum bile çoğunu!
göstermemeye çalışsam da kırılganım esnasında.
neye kızdığım da değişiyor sürekli.
anlık işte her şey!
ve yoksunuz siz o anlarda.
biliyorum, olamazsınız da .
dedim ya, kafam karışık.
sorularım basit, cevaplar ise o denli yetersiz!
çok şey değişiyor bende.
vücudum, kimyam, zevklerim...
çok yakın bir iki arkadaşım anlıyor esasında beni.
ancak bana nasıl cevap versinler ki,
onlar da aynı şeyleri kendilerine soruyor.
çaresiz hissettiğim anlar çok.
sadece bilmiyorsunuz!
siz iyi niyetlisiniz farkındayım,
başıma kötü bir şey gelmesin istiyorsunuz.
en çok da adam olmamı.
sizin gözünüzde adam olmak her ne ise, işte onu.
kendi gözümde ise adam olmak hayali bir şey.
ben önce ben olsam, gerisi kolay!
bazen tek başıma dünyayı değiştirebileceğimi sanırken,
bazen de kolumu kaldırmaya enerjim olmuyor.
köşeme sindiğim anlar var ya,
hani en çok yalnız kalmak istediğini söylediğim.
işte sizi en çok aradığım anlar, o zamanlar esasında.
ama siz, farkında bile değilsiniz .
esasında siz ya da başkası, kim anlarsa,
zayıf anlarım onlar , büyüdüğüm!
ha bu arada, bir de şeytanlar var içimde,
bana keyif alacağım şeyleri söyleyip duruyorlar.
arada kaçamak yapıp deneyince dediklerini,
yalan yok, haklılar.
gerçi o anlarda da, bir şey oluyor hep içten içe rahatsız eden.
hissediyorum, ama engelleyemiyorum!
ancak ne var biliyor musunuz, pişman da olmuyorum.
eminim siz de benim yaşlarımdayken yaptınız ve
unutmayı seçtiniz sonra.
bir şey söyleyeceğim, unutmayın onları n'olur.
çünkü siz, yaşanılan her şeye rağmen,
bugün hala benim annem, babamsınız!
sizi belki ileride daha iyi anlayacağım.
ama ilerisi yok ki benim için.
bir anlasanıza, ütopya o bana !
dedim ya, kafam karışık benim.
sakın psikolog falan demeyin.
sizin yıllarca yapamadığınızı,
parayla üç beş seansta yapacağını söyleyen
biri hiç değil aradığım!
tek dileğim ne biliyor musunuz,
bu yaşadığım sancıları hiç unutmamak.
ve kendi çocuklarımla,
o şeytanlar daha çıkmadan piyasaya yaşamak hayatı birlikte.
tıpkı beni anlayan o yakın bir iki arkadaşım gibi.
ancak bu sefer cevapları da bilerek.
becerecek enerjim yoksa da,
baştan hiç doğurmamak!
söylesene bana baba,
annemle evlenirken hiç dedin mi,
işte bu hatundan olsun istiyorum çocuğum?
veya anne sen,
babamla evlenirken hiç dedin mi,
işte bu adamdır çocuğumun babası?
yoksa o günün şartlarında siz,
birbiriniz için en iyi alternatif miydiniz?
deli gibi yürekten severek mi evlendiniz,
yoksa zamanı mı gelmişti imza atmanın?
söylesenize,
ben gelene kadar kaç kardeşim gitti çöpe?
tesadüfler sonucu bugün nefes aldığımın farkındayım da,
en çok ağırıma giden,
sizin tesadüfler eseri anne baba olmanız.
bana bir desene baba,
o müthiş sülalemizin devamı için mi gerekliydim ben?
en çok da ne üzüyor beni biliyor musunuz,
bana iyi niyetle kötülük yapıyorsunuz.
seviyorsunuz tamam da,
beni ben olduğum için değil,
sizin çocuğunuz olduğum için!
siz o "ben"i tanımıyorsunuz bile.
hayalinizdeki çocuk değilim işte ben.
istemiyorum da artık oyuncağınız olmayı!
siz kendi hayatınızda yapamadıklarınızı denediniz üzerimde,
hep isteyip de olamadıklarını.
anlasanıza,
kendi hayallerinizle sınırlı bir gelecekti o.
benim hayallerimi anlamaya ise ne vaktiniz vardı,
ne de enerjiniz;
çünkü siz
sevmek yeter sandınız hep!
elinizden fazlası gelmiyor, tamam.
o zaman n'olur huzur verin, akıl değil.
akıl sizin aklınız,
yaşamsa benim!
beni sevdiğinizi biliyorum.
başka seçeneğiniz olmadığını da!
başıma gelen hem en büyük şans , hem de en büyük felaketsiniz.
farkında değilsiniz,
kayıp gidiyorum ellerinizden.
"seni gülümsetebildiysem ne mutlu... sen de birine bir kıyak yap, bıraktığın tek iz de bu kart olsun!"
Faili meçhul kıyak hareketini başlatan Tunç Kılınç'ın Sıfır aldı romanından bir altıntıydı bugün sizlerle paylaştığım. Tunç Kılınç , internette fikir atölyesi adı altında, faili meçhul kıyak,beni reddettin gibi hareketlerle bir çoğumuzun kalbinde yer etmiş birisi. Sıfır aldı bu kitabı da bir solukta okunan, çok güzel bir kitap. Roman demek pek doğru sayılmaz esasında, içinde az önce okuduğunuz mektup tarzında, kısa hikayeler ve hayallerini barındıran bir kitap. Benim okurken çok beğenerek okuduğum hatta kitapçıdan alırken de çok severek aldığım bir kitap oldu. Ve okumanızı tavsiye ediyorum. Bir başka kitapta görüşmek üzere kendinize güzel bakın ,hoşçakalın..
4 Eylül 2017 Pazartesi
DENEMELER
Dostluk
Bizim dostluk dediğimiz, ruhlarımızın beraber olmasını sağlayan bir rastlantı ya da zorunlulukla edindiğimiz yakınlıklardır. Benim anlattığım dostlukla ruhlar o kadar derinden uyuşmuş, karışmış ve kaynaşmıştır ki onları birleştiren dikiş silinmiş ve artık görünmez olmuştur. Onu niçin sevdiğimi bana söyletmek isterlerse bunu ancak şöyle anlatabilirim , sanıyorum: Çünkü o, o idi; ben de bendim.
Ruhlarımız o kadar sıkı bir birliktelik içinde yürüdü, birbirini o kadar coşkun bir sevgiyle seyretti ve en gizli taraflarına kadar birbirine öyle açıldılar ki ben onun ruhunu benimki kadar tanımakla kalmıyor, kendimden çok ona güvenecek hale geliyordum.
Sıradan dostlukları buna benzetmeye kalkışmayın. Onları, hem de en iyilerini ben de herkes kadar bilirim. O dostluklar da insanın dikkatli yürümesi gerekir. Aradaki bağ, güvensizliğe hiçbir yer vermeyecek kadar düğümlenmiş değildir. Chilon, " Dostunuzu, bir gün kendisinden nefret edecekmiş gibi sevin; ondan , bir gün kendisini sevecekmiş gibi nefret edin!" demiş.
Benim anlattığım yüksek ve yalın dostluk için hiç yerinde olmayan bu söz, öteki dostluklar için doğru olabilir.
Bunlar için, Artistotales'in sık sık tekrarladığı şu sözü de kullanabiliriz:" Ey dostlarım, dünyada dost yoktur!"
Artık onsuz, yorgun ve bezgin sürüklenip gidiyorum. Tattığım zevkler bile, beni avutacak yerde ölümünün acısını daha fazla artırıyor. Biz her şeyde birbirimizin yarısı idik. Şimdi ben onun payını çalıyor gibi hissediyorum.
Onunla her şeyi paylaşmak zevkinden yoksun kalınca , hiçbir zevke kapılmamaya karar verdim.
Terentius
Her işte onun yarısı olmaya o kadar alıştım ki şimdi artık yarım bir varlık gibiyim.
Mademki vakitsiz bir ölüm, ruhumun yarısı olan seni alıp götürdü, yeryüzünde varlığının yarısından, en aziz parçasından yoksun yaşamaktan ne anlamı var?
O gün ikimiz birden öldük.
Horatius
Ne yapsam, ne düşünsem onun eksikliğini duyuyorum. Eminim o da benim için aynı şeyleri hissederdi. Çünkü o, diğer bütün değerlerinde olduğu gibi dostluk duygusunda da benden kat kat üstündü.
Deneme deneme 1-2 ;
16. yüzyılda yaşamış Fransız yazar Montaigne'nin Denemeler adlı kitabından bir bölümü paylaştım az önce sizlerle. Eserde buna benzer 107 tane deneme ve aforizma diyebileceğimiz söz var .Bunların çoğu eğitim ve felsefe konularında. Yazar kendi çağının çok ötesinde/ ileri görüşlü idealara, görüşlere sahip olduğu için kitap hala günümüzde de başucu kitabı olma özelliğini koruyor.
1603'te ilk kez ingilizceye tercüme edilen eser, bizim dilimize de ilk kez 1040'lı yıllarda Sabahattin Eyüboğlu tarafından çevirilmiş fakat bu birebir aynı çeviri değilmiş Eyüboğlu kendi beğendiği bölümleri kendi istediği sırada çevirip bir araya getirmiş. Dolayısıyla eserin tamamını çevirmemiş fakat daha sonraları bu eserin birebir çevirisi de yapıldı ve dört ciltlik oldukça kapsamlı bir eser olarak piyasaya sürüldü.
Sokrates'ten sonra insan üzerine eğilen en önemli düşünür olarak kabul edilen Montaigne, bu eseriyle Avrupa insanına özgür düşünebilmeyi öğretmişti. Gerçekten benim okurken çok keyif aldığım ve bol bol altını çizdiğim bir eser oldu. Okumanızı tavsiye ediyorum ve bir başka yazıda görüşmek dileğiyle hoşçakalın efendim.
27 Ağustos 2017 Pazar
SANAT VE ZANAAT
Sanat ile zanaat ayrı kökten türemiş olsa da farklı anlamlar için kullanılır. Fakat somut olarak birbirine yakın göründüklerinden zaman zaman kavram karmaşası yaşanmakta ve aynı anlamda kullanılmaktadır .
Avrupa'da 19. yüzyılın ikinci yarısına kadar seramikçilikten oymacılık ve dokumacılığa kadar her türlü el işçiliği için kullanılan zanaat sözcüğü, Rönesans'la birlikte farklı bir boyut kazanmıştır. Bu döneme kadar güzel sanatlar dışında kalan tüm becerilere tek bir kategori altındaki " zanaat " denmiş; ikinci derecede önem verilmiştir. Bu anlayışla bugün sanat olarak kabul edilen maden işleri, ahşap oymacılığı gibi sanatlar dikkate değer nitelikte değildir. Aynı dönemde ülkemizde de durum Avrupa'dan farklı değildir. Türkiye'de sanat-zanaat ayrımı, ancak 19. yüzyılın sonlarına doğru, Batılı anlamda güzel sanatlar kavramının gelişmesiyle ortaya çıkmıştır.
Günümüzde çağdaş sanat anlayışı artık estetik özelliği olan her tür üretimi, endüstri tasarımı , mimarlık, halıcılık, seramik, oymacılık vb. çok sayıda el beceri ve tasarımlarını da kapsamaktadır.
Sanat: Estetik, beceri ve yeteneği hayal gücüyle harmanlayıp ortaya bir eser koymak için çaba harcamak ; bu çabayı notaya, tuvale, taşa, kağıda vb. aktarıp sonuçta bir eser meydana getirmektir. Zanaat ise sözcük olarak aynı anlama gelmekle birlikte el becerisiyle herhangi bir şeyi inşa ve tamir etmek için kullanılmaktadır. Zanaat, eğitimle olduğu gibi usta- çırak ilişkisiyle de öğrenilir. Sanatı andıran estetik unsurlar olsa da sanatta olduğu gibi özel bir kabiliyet, yeni duygular, değişik tat ve zevklere farklı ufuk derinlikleri ortaya koymayı gerektirmez.
Zanaat, insanların maddeye dayanan gereksinimlerini karşılamak için yapılan, öğrenimlerini birlikte deneyim, beceri ve ustalık gerektiren bir iştir.
Biçim verilen malzeme değiştikçe sanatın değişik adlara ayrılması da mümkündür. Ancak sanatı çeşitlendirirken sadece malzeme yönüyle sınıflandırmak mümkün değildir. Malzemenin yanı sıra , ifade ediş biçimi veya daha kapsamlı bir ifadeyle yaratıcılık, bu sınıflandırmada önemli bir etkendir.
Sözgelimi, bir heykeltıraş da ağaca biçim verebilir, bir marangoz da .. Fakat heykeltıraşın ağaca biçim verişteki ifade tarzıyla marangozun biçimlendirmeyi aynı değildir. Heykeltıraş, biçimlendirmesini alışılmışın dışında , yeni ve özgün bir biçimde yaparken marangoz ise alışılmış, bilinen veya tekrar edilir. bir biçimlendirme yapar.
Avrupa'da 19. yüzyılın ikinci yarısına kadar seramikçilikten oymacılık ve dokumacılığa kadar her türlü el işçiliği için kullanılan zanaat sözcüğü, Rönesans'la birlikte farklı bir boyut kazanmıştır. Bu döneme kadar güzel sanatlar dışında kalan tüm becerilere tek bir kategori altındaki " zanaat " denmiş; ikinci derecede önem verilmiştir. Bu anlayışla bugün sanat olarak kabul edilen maden işleri, ahşap oymacılığı gibi sanatlar dikkate değer nitelikte değildir. Aynı dönemde ülkemizde de durum Avrupa'dan farklı değildir. Türkiye'de sanat-zanaat ayrımı, ancak 19. yüzyılın sonlarına doğru, Batılı anlamda güzel sanatlar kavramının gelişmesiyle ortaya çıkmıştır.
Günümüzde çağdaş sanat anlayışı artık estetik özelliği olan her tür üretimi, endüstri tasarımı , mimarlık, halıcılık, seramik, oymacılık vb. çok sayıda el beceri ve tasarımlarını da kapsamaktadır.
Sanat: Estetik, beceri ve yeteneği hayal gücüyle harmanlayıp ortaya bir eser koymak için çaba harcamak ; bu çabayı notaya, tuvale, taşa, kağıda vb. aktarıp sonuçta bir eser meydana getirmektir. Zanaat ise sözcük olarak aynı anlama gelmekle birlikte el becerisiyle herhangi bir şeyi inşa ve tamir etmek için kullanılmaktadır. Zanaat, eğitimle olduğu gibi usta- çırak ilişkisiyle de öğrenilir. Sanatı andıran estetik unsurlar olsa da sanatta olduğu gibi özel bir kabiliyet, yeni duygular, değişik tat ve zevklere farklı ufuk derinlikleri ortaya koymayı gerektirmez.
Zanaat, insanların maddeye dayanan gereksinimlerini karşılamak için yapılan, öğrenimlerini birlikte deneyim, beceri ve ustalık gerektiren bir iştir.
Biçim verilen malzeme değiştikçe sanatın değişik adlara ayrılması da mümkündür. Ancak sanatı çeşitlendirirken sadece malzeme yönüyle sınıflandırmak mümkün değildir. Malzemenin yanı sıra , ifade ediş biçimi veya daha kapsamlı bir ifadeyle yaratıcılık, bu sınıflandırmada önemli bir etkendir.
Sözgelimi, bir heykeltıraş da ağaca biçim verebilir, bir marangoz da .. Fakat heykeltıraşın ağaca biçim verişteki ifade tarzıyla marangozun biçimlendirmeyi aynı değildir. Heykeltıraş, biçimlendirmesini alışılmışın dışında , yeni ve özgün bir biçimde yaparken marangoz ise alışılmış, bilinen veya tekrar edilir. bir biçimlendirme yapar.
11 Ağustos 2017 Cuma
İNSAN BAŞARISI OLARAK SANAT
İnsan varoluşu gereği doğayı, kendini merak eder ve bilmek ister. Bu bilme isteği ilk insandan bu yana süregelen bir eğilimdir. Bilen , bilgiyi elde eden insan, bilgiyi anlatmak ve paylaşmak durumundadır. İlk insan kendini anlatma ve bilgiyi paylaşma etkinliği olarak mağara duvarlarına resimler çizmiştir. Diyebiliriz ki insan dilden önce çizerek iletişim kurmuştur. Kendini ve doğayı resimlerle anlatmıştır. İletişim aracı olarak resmin yerini dil aldıktan sonra, resim , hayal gücü, duygulanım ve yaratıcılığın üst noktada kullanıldığı bir başarı ve değer alanı olarak karşımıza çıkar.
Sanat, aynı zamanda insanın toplumsal değerlerini ortaya koyduğu bir araçtır. Sanatın bir başka yönü de kişinin kendi değerlerini yansıtmasının bir aracı olmasıdır. Yaşamın anlamını ortaya koyarken sanatı kullanır.
Aynı zamanda sanat, kişi olarak kendi yaşamımızı anlamlandırma , toplumsal yaşama da farklı anlam ve değerler katar. Bireysel ve toplumsal farkındalığı artırır. Örneğin, milli marşlar her bireyin toplumsal aidiyet duygusunu güçlendirir. Her sanat dalının farklı dil kullanarak ortaya konulması , insanın değer ve başarılarının zenginliğidir.
10 Temmuz 2017 Pazartesi
GÜZEL SANATLAR OKUMAK
Eğer aklınızda güzel sanatlar lisesi veya güzel sanatlar fakültelerinin sanat ya da tasarım bölümlerine girmek varsa öncelikle çevrenizdekilerin söylediklerine kulak asmamanız gerekiyor. Çevrenizdeki bazı kişilerden, aman kızın okuduğu bölüme bak güzel sanatlar okuyor sanki tıp okuyormuş da onu paylaşıyormuş gibi, aman Allahım bunun neresi zor olabilir, aç kalacaksınız , gidin başka bir şey okuyun, gibi bu ve türevlerinden birçok yorum gelecektir.
Güzel sanatlar hakkında maalesef ki oluşan çok büyük önyargılar var özellikle sanata değer verilmeyen bir toplumda, sanatın boş işler olduğu düşünülen bir toplumda yaşıyorsanız bu çok ileri seviyelere çıkabilir. Özellikle sanata uğraşanların bu okulu bitirmiş olmaları inananlara inanılmaz derecede boş geliyor çünkü insanlar sanatı bir hizmet verip para kazanma gibi tek düze bir kalıp içersine sokmaya çalıştıları için, genelde bu tarz yönlendirildiğimiz için maalesef ki bu tarz algılar oldukça fazla. Yani güzel sanatlar okumak gibi bir düşünceniz varsa bu gibi fikirleri umursamamanız gerekiyor.
Güzel sanatlar lise ve güzel sanatlar fakülteleri genellikle öğrencilerini yetenek sınavıyla alırlar. Bazı bölümler, bazı özel lise ve üniversiteler de yetenek sınavsız öğrenci alabiliyorlar.
Yetenek sınavlarına girmek için öncelikle YGS' ye girme gibi bir zorunluluk var. Bu sınavdan belli başlı puanlar aldığınız taktirde yetenek sınavlarına girmek hakkı elde etmiş oluyorsunuz çünkü her okulun değişen taban puanları var. YGS'den aldığınız geçer notla beraber okulların yetenek sınavlarını takip etmeye başlıyorsunuz. Her okulun belli yetenek sınavı kategorileri oluyor. Bunlar;
- Bir sınav, bir mülakat veya
- Bir imgesel , bir desen şeklinde olabiliyor ve bunlar değişkenlik gösterebiliyor.
Güzel sanatlar okumayı düşünüyorsanız şunu unutmayın ki yetenek sınavı süreci çok stresli ve riskli bir dönem çünkü yetenek sınavlarında çizimde ya da konservatuarda işiniz çok yetenekli olmanın dışında şansa da bağlı kalıyor. Hiç önünüze çıkmayan bir şey yetenek sınavında sizin karşınıza çıkabiliyor.
İstediğiniz bölüme de bağlı görsel ve işitsel zeka oldukça fazla önünüze çıkıyor ve çok fazla pratik gerektiren bir süreç içine girmiş oluyorsunuz. Bu süreç emin olun ki matematikte belli başlı kuralları olan konuları çalışmaktan çok daha zor çünkü çalışabileceğiniz belli başlı bir konu yok maalesef. Her şeyden sorumlu olabilirsiniz. Tıp veya hukuk fakültelerine hazırlanan biri kadar önceden hatta çok daha önceden çalışmaya başlamanız gerekiyor.
Sabahtan akşama kadar çizimler yapacaksınız ve hiçbir zaman yeterince kendinizi geliştiremezsiniz çünkü hayatı boyunca çizim yapmış çok ileri yaştaki insanlar bile kendilerini hala eksik görebilirler.
Diyelim ki güzel sanatlar okumaya başladınız diğer bölümlerde okuyan arkadaşlarınızla aranızda hem sosyal açıdan hem de dersler açısından farklılıklar olacaktır. Arkadaşlarınız sınav dönemleri için not tutarken, kağıtlara çalışırken sizin teslim etmeniz gereken metrelerce tuvaliniz olabilir. Bunların yanında elbette yazılı olarak geçmeniz gereken dersler olacak. Bu gerçekten çok fazla iş ve çok fazla yük demek oluyor.
Sanat gibi bölümler okumaya başladığınızda şunu fark ediyorsunuz ki çevre gerçekten çok önemli çünkü sanat gibi öznellik üzerine kurulu konularda birçok fikir edinmeniz lazım. Herkesin görüşünü değerlendirebilmeniz, çok fazla sergi görmeniz, birçok kişiyle muhattap olmanız gerekecek. Bunlar dışında teslim etmeniz gereken ödev/projelerinizde belli başlı kurallara sabit olmuyorsunuz. Hem kendiniz kuralları genişletebiliyorsunuz hem de eğitmeninize beğendirmebilmek için onun sanat algısına ve estetik anlayışına uydurmanız gerekebilir. Bu başınıza bazı dertler açabilir. Bir projeyi birçok kez yeniden hazırlayabilirsiniz. Mesela bana çizdiğim resim çok güzel ve sanatsal gelebilir ama eğitmeniniz bunu beğenmeyebilir ve bunun belirli ve kesin bir kitabı yok. Bu yüzden esneklik gösterebilir.
Güzel sanatları diğer okullardan daha farklı zorlayabilecek iki yönü var.
- Devamlılık zorunluluğu var çünkü dersler uygulamalı olarak alınıyor.
- Genellikle yaz okulu olmuyor. ( Yine dersler uygulamalınolarak alındığı için)
Bir de güzel sanatlarsa bazı temel dersler ön koşullu olur . Birşeyin eğitimini almadan üst sınıftan ders alamazsınız. Diyelim ki ben birinci dönem bir dersten kaldım, ikinci dönem derse devam edemem çünkü eğitimini tamamlamadım.
Bu gibi sebeplerden dolayı başta da bahsettiğim klişe önyargıların ne kadar yersiz olduğunu umarım size birazcık açıklayabilmişimdir. Her okulun, her mesleğin kendine göre zorlukları var ama sevdiğiniz sürece bunları göz ardı edebilirsiniz.
Güzel sanatlar hakkında maalesef ki oluşan çok büyük önyargılar var özellikle sanata değer verilmeyen bir toplumda, sanatın boş işler olduğu düşünülen bir toplumda yaşıyorsanız bu çok ileri seviyelere çıkabilir. Özellikle sanata uğraşanların bu okulu bitirmiş olmaları inananlara inanılmaz derecede boş geliyor çünkü insanlar sanatı bir hizmet verip para kazanma gibi tek düze bir kalıp içersine sokmaya çalıştıları için, genelde bu tarz yönlendirildiğimiz için maalesef ki bu tarz algılar oldukça fazla. Yani güzel sanatlar okumak gibi bir düşünceniz varsa bu gibi fikirleri umursamamanız gerekiyor.
Güzel sanatlar lise ve güzel sanatlar fakülteleri genellikle öğrencilerini yetenek sınavıyla alırlar. Bazı bölümler, bazı özel lise ve üniversiteler de yetenek sınavsız öğrenci alabiliyorlar.
Yetenek sınavlarına girmek için öncelikle YGS' ye girme gibi bir zorunluluk var. Bu sınavdan belli başlı puanlar aldığınız taktirde yetenek sınavlarına girmek hakkı elde etmiş oluyorsunuz çünkü her okulun değişen taban puanları var. YGS'den aldığınız geçer notla beraber okulların yetenek sınavlarını takip etmeye başlıyorsunuz. Her okulun belli yetenek sınavı kategorileri oluyor. Bunlar;
- Bir sınav, bir mülakat veya
- Bir imgesel , bir desen şeklinde olabiliyor ve bunlar değişkenlik gösterebiliyor.
Güzel sanatlar okumayı düşünüyorsanız şunu unutmayın ki yetenek sınavı süreci çok stresli ve riskli bir dönem çünkü yetenek sınavlarında çizimde ya da konservatuarda işiniz çok yetenekli olmanın dışında şansa da bağlı kalıyor. Hiç önünüze çıkmayan bir şey yetenek sınavında sizin karşınıza çıkabiliyor.
İstediğiniz bölüme de bağlı görsel ve işitsel zeka oldukça fazla önünüze çıkıyor ve çok fazla pratik gerektiren bir süreç içine girmiş oluyorsunuz. Bu süreç emin olun ki matematikte belli başlı kuralları olan konuları çalışmaktan çok daha zor çünkü çalışabileceğiniz belli başlı bir konu yok maalesef. Her şeyden sorumlu olabilirsiniz. Tıp veya hukuk fakültelerine hazırlanan biri kadar önceden hatta çok daha önceden çalışmaya başlamanız gerekiyor.
Sabahtan akşama kadar çizimler yapacaksınız ve hiçbir zaman yeterince kendinizi geliştiremezsiniz çünkü hayatı boyunca çizim yapmış çok ileri yaştaki insanlar bile kendilerini hala eksik görebilirler.
Diyelim ki güzel sanatlar okumaya başladınız diğer bölümlerde okuyan arkadaşlarınızla aranızda hem sosyal açıdan hem de dersler açısından farklılıklar olacaktır. Arkadaşlarınız sınav dönemleri için not tutarken, kağıtlara çalışırken sizin teslim etmeniz gereken metrelerce tuvaliniz olabilir. Bunların yanında elbette yazılı olarak geçmeniz gereken dersler olacak. Bu gerçekten çok fazla iş ve çok fazla yük demek oluyor.
Sanat gibi bölümler okumaya başladığınızda şunu fark ediyorsunuz ki çevre gerçekten çok önemli çünkü sanat gibi öznellik üzerine kurulu konularda birçok fikir edinmeniz lazım. Herkesin görüşünü değerlendirebilmeniz, çok fazla sergi görmeniz, birçok kişiyle muhattap olmanız gerekecek. Bunlar dışında teslim etmeniz gereken ödev/projelerinizde belli başlı kurallara sabit olmuyorsunuz. Hem kendiniz kuralları genişletebiliyorsunuz hem de eğitmeninize beğendirmebilmek için onun sanat algısına ve estetik anlayışına uydurmanız gerekebilir. Bu başınıza bazı dertler açabilir. Bir projeyi birçok kez yeniden hazırlayabilirsiniz. Mesela bana çizdiğim resim çok güzel ve sanatsal gelebilir ama eğitmeniniz bunu beğenmeyebilir ve bunun belirli ve kesin bir kitabı yok. Bu yüzden esneklik gösterebilir.
Güzel sanatları diğer okullardan daha farklı zorlayabilecek iki yönü var.
- Devamlılık zorunluluğu var çünkü dersler uygulamalı olarak alınıyor.
- Genellikle yaz okulu olmuyor. ( Yine dersler uygulamalınolarak alındığı için)
Bir de güzel sanatlarsa bazı temel dersler ön koşullu olur . Birşeyin eğitimini almadan üst sınıftan ders alamazsınız. Diyelim ki ben birinci dönem bir dersten kaldım, ikinci dönem derse devam edemem çünkü eğitimini tamamlamadım.
Bu gibi sebeplerden dolayı başta da bahsettiğim klişe önyargıların ne kadar yersiz olduğunu umarım size birazcık açıklayabilmişimdir. Her okulun, her mesleğin kendine göre zorlukları var ama sevdiğiniz sürece bunları göz ardı edebilirsiniz.
7 Temmuz 2017 Cuma
DAMACANALARIN SIRRINI ÇÖZDÜM!
Damacanalar neden 20 litre değil de 19 litredir?
Aslında su damacanaları tam olarak 19 litre de değil. 18,9270589 litre. Yani 19 litreden yaklaşık yarım su bardağı kadar az. Yuvarlayıp 19 litre diyoruz.
Damacanalar 19 litrelik çünkü damacanaları üreten makina ve kalıpların birçoğu ABD menşeili. Peki Amerikalılar neden 20 litre değil de 19 litreyi tercih ediyorlar diye soracak olursanız aslında onlar da 19 litreyi tercih etmiyor çünkü litre diye bir kavramdan habersizler. Damacana kavramı ülkemize Amerika sayesinde girmiş. Genel adı sıvı barındırma kabı olarak geçmekte. Nasıl ülkemizde sıvı ölçme birimi litre ise Amerikada da galondur. Onlara göre bizim 19 litremiz 5 galondur.
Yani su damacanalarının 19 litre olmasının sebebi aslında damacanaların ölçümünün galonla yapılıyor olmasından kaynaklanıyor. 5 galon 19 litreye eşit geldiği için damacanalar ülkemizde 19 litre olarak satılıyor. Aslında Amerika' da 5 galon gibi gayet yuvarlak bir rakam.
Aslında su damacanaları tam olarak 19 litre de değil. 18,9270589 litre. Yani 19 litreden yaklaşık yarım su bardağı kadar az. Yuvarlayıp 19 litre diyoruz.
Damacanalar 19 litrelik çünkü damacanaları üreten makina ve kalıpların birçoğu ABD menşeili. Peki Amerikalılar neden 20 litre değil de 19 litreyi tercih ediyorlar diye soracak olursanız aslında onlar da 19 litreyi tercih etmiyor çünkü litre diye bir kavramdan habersizler. Damacana kavramı ülkemize Amerika sayesinde girmiş. Genel adı sıvı barındırma kabı olarak geçmekte. Nasıl ülkemizde sıvı ölçme birimi litre ise Amerikada da galondur. Onlara göre bizim 19 litremiz 5 galondur.
Yani su damacanalarının 19 litre olmasının sebebi aslında damacanaların ölçümünün galonla yapılıyor olmasından kaynaklanıyor. 5 galon 19 litreye eşit geldiği için damacanalar ülkemizde 19 litre olarak satılıyor. Aslında Amerika' da 5 galon gibi gayet yuvarlak bir rakam.
1 Temmuz 2017 Cumartesi
TAKLİT VE YARATMA OLARAK SANAT
Yansıtmacı kuramı benimseyen sanatçılar eserlerinde tabiattan bazı varlıkları taklit etmeye çalışmışlardır.
Platon'a göre sanatın taklit ettiği şey, asıl gerçeklik olan idealar değil, tersine ideaların bir kopyası olan nesnelerdir, görünüşlerdir, kısacası duyusal dünyadır. O, şöyle der: "İstersen bir ayna al eline, dört bir yana tut. Bir anda yaptın gitti, güneşi yıldızları, dünyayı, kendini, evin bütün eşyasını, bitkileri, bütün canlı varlıkları. Evet, görünürde varlıklar yaratmış olurum; ama hiçbir gerçekliği olmaz bunların. Platon'a göre sanat , böyle bir yansıtma etkinliğidir. Sanat , ideaların yansıması olan nesnelerin yansımasıdır.
Sokrates'e göre şairin yaptığı da bir yansıtmadır. Edebiyatta da doğadaki gerçeklikler taklit edilebilir . Aristoteles, yansıma konusunda daha farklı düşünür: " Bir resme bakan, ona bakarken bu resmin neyi anlattığını, realitedeki bu ya da şu kimsenin resmi olduğunu öğrenir, bundan ötürü de resme hoşlanarak bakar. Ama, resmin ilgili olduğu obje, eğer tesadüfen daha önceden görülmemişse , o zaman bir taklit olan o resim, böyle bir taklit ürünü olarak ona bakanda ne hoşlanma duygusu uyandırmaz." diyerek sanatın inmesinin doğa olduğunu vurgulamak ister.
Anlatımcı kuramı kabul eden filozoflar , sanatın özüne " yaratma " kavramını koyarlar. Yaratma , duyguların "ifade"( anlatım, expression)sidir. Ancak burada ifadeden kasıt , duyguların adlandırılması değildir. Adlandırma genel olduğu halde ifade kişiseldir. Örneğin, belli bir sebepten dolayı sevinçli olmam ve sevinçliyim demem bir adlandırmadır, ifade değildir. Bu duygunun ifade olabilmesi için, bendeki özel yerini anlatmam , özel olduğunun bilincine varmam, duyguyu bütün özellikleriyle dile getirmek gerekir. Yani sanatçı, sıradanlığın dışına çıkarak yaratıcı bir faaliyetle duygularını ifade edendir.
Duygu veya duygular , dile gelmeden önce, sanatçıda belirsiz bazı izlenimler halindedir. Sanatçı bunları keşfetmek, aydınlatmak ihtiyacındadır. Bunlar ifade edildiğinde belirlenmiş olur. İfade, aynı zamanda duygu veya duyguların tamamlanmasıdır. İşte sanat eserinin yaratılması, bu duygu veya duyguların dile getirilmesidir.
( Tunalı,İsmail,Estetik)
Platon'a göre sanatın taklit ettiği şey, asıl gerçeklik olan idealar değil, tersine ideaların bir kopyası olan nesnelerdir, görünüşlerdir, kısacası duyusal dünyadır. O, şöyle der: "İstersen bir ayna al eline, dört bir yana tut. Bir anda yaptın gitti, güneşi yıldızları, dünyayı, kendini, evin bütün eşyasını, bitkileri, bütün canlı varlıkları. Evet, görünürde varlıklar yaratmış olurum; ama hiçbir gerçekliği olmaz bunların. Platon'a göre sanat , böyle bir yansıtma etkinliğidir. Sanat , ideaların yansıması olan nesnelerin yansımasıdır.
Sokrates'e göre şairin yaptığı da bir yansıtmadır. Edebiyatta da doğadaki gerçeklikler taklit edilebilir . Aristoteles, yansıma konusunda daha farklı düşünür: " Bir resme bakan, ona bakarken bu resmin neyi anlattığını, realitedeki bu ya da şu kimsenin resmi olduğunu öğrenir, bundan ötürü de resme hoşlanarak bakar. Ama, resmin ilgili olduğu obje, eğer tesadüfen daha önceden görülmemişse , o zaman bir taklit olan o resim, böyle bir taklit ürünü olarak ona bakanda ne hoşlanma duygusu uyandırmaz." diyerek sanatın inmesinin doğa olduğunu vurgulamak ister.
![]() |
Caravaggio:"The İncredulity of Saint Thomas" |
Anlatımcı kuramı kabul eden filozoflar , sanatın özüne " yaratma " kavramını koyarlar. Yaratma , duyguların "ifade"( anlatım, expression)sidir. Ancak burada ifadeden kasıt , duyguların adlandırılması değildir. Adlandırma genel olduğu halde ifade kişiseldir. Örneğin, belli bir sebepten dolayı sevinçli olmam ve sevinçliyim demem bir adlandırmadır, ifade değildir. Bu duygunun ifade olabilmesi için, bendeki özel yerini anlatmam , özel olduğunun bilincine varmam, duyguyu bütün özellikleriyle dile getirmek gerekir. Yani sanatçı, sıradanlığın dışına çıkarak yaratıcı bir faaliyetle duygularını ifade edendir.
Duygu veya duygular , dile gelmeden önce, sanatçıda belirsiz bazı izlenimler halindedir. Sanatçı bunları keşfetmek, aydınlatmak ihtiyacındadır. Bunlar ifade edildiğinde belirlenmiş olur. İfade, aynı zamanda duygu veya duyguların tamamlanmasıdır. İşte sanat eserinin yaratılması, bu duygu veya duyguların dile getirilmesidir.
( Tunalı,İsmail,Estetik)
26 Haziran 2017 Pazartesi
SANAT KAVRAMI
Arapça bir kelime olan sanat ; ustalık, hüner ve marifet anlamına gelir .
Sanatın ne olduğu konusu felsefenin temel konularından biridir. Birbirinden farklı sanatların ve sanat anlayışlarının bulunması, insanın sanatın yanında birçok farklı değer üretmesi ve bunların arasından sanat olanı ayırt etmenin zorluğu, sanat anlayışlarının insan, zaman ve mekana göre değişmesi sanatın tanımını zorlaştırmaktadır. Buna rağmen sanatçı ve filozoflar sanatın ne olduğunu açıklamaktan geri durmamışlardır.
Sanat her şeyden önce , insanın varlığı anlama , anlamlandırma ve yorumlama çabalarından biridir. İnsan , varlığı; akıl, algı, mantık, duygu, zeka, sezgi ve hayal gücü gibi özellikleriyle bilme çabasından olagelmiştir. Sanat, bunlardan özellikle duygu, sezgi ve hayal gücü merkezli çabaların ürünüdür. Öyleyse sanat öznel bilme faaliyetidir.
Sanatta gündelik hayatın endişelerini aşan, işe yararlık amacı gütmeyen bir yan vardır. " Güzel" veya "güzellik" kaygısı, belirleyici ve sanatçıyı sürükleyici bir işlev yerine getirir. Sanat, bu özelliği ile insanı ruhsal açıdan eğitir ve arındırır.
Sanatın çeşitli tasnifleri olmakla beraber en yaygın olarak bilineni özgün sanatlar ve güzel sanatlar ayrımıdır. Özgün sanatlar , zihin faaliyeti yanı ağır basan ( edebiyat gibi) ; güzel sanatlar ise beden faaliyeti gerektiren ( resim gibi) sanatlardır. Bunları kesin çizgilerle birbirinden ayırmak oldukça zordur.
Nusret Çam ( 1950-) , sanatı " Olayların , duygu , düşünce ve tasavvurların , görülen, duyulan ve fark edilen güzelliklerin , insanda estetik bir heyecan uyandıracak şekilde ifade edilmesidir." şeklinde tanımlamaktadır.
Sanat, bir insan faaliyetidir. İnsan, varoluşundan beri bir taraftan kendini ve çevresini tanımaya, bilmeye, anlamaya ve anlamlandırmaya çalışırken , diğer taraftan da kendisini ve çevresini değiştirmeye veya içinde bulunduğu durumdan memnun ise bunu sabit tutmaya çalışmıştır. İnsanın bu çabaları, gündelik hayat , din, bilim, felsefe, sanat gibi alanlarda gerçekleştirdiği faaliyetleri ile olmuştur. O halde, sanat da insanın kendisi ve çevresiyle kurduğu ilişkiler sonucu ortaya çıkmış faaliyettir.
Sanatın ne olduğu konusu felsefenin temel konularından biridir. Birbirinden farklı sanatların ve sanat anlayışlarının bulunması, insanın sanatın yanında birçok farklı değer üretmesi ve bunların arasından sanat olanı ayırt etmenin zorluğu, sanat anlayışlarının insan, zaman ve mekana göre değişmesi sanatın tanımını zorlaştırmaktadır. Buna rağmen sanatçı ve filozoflar sanatın ne olduğunu açıklamaktan geri durmamışlardır.
Sanat her şeyden önce , insanın varlığı anlama , anlamlandırma ve yorumlama çabalarından biridir. İnsan , varlığı; akıl, algı, mantık, duygu, zeka, sezgi ve hayal gücü gibi özellikleriyle bilme çabasından olagelmiştir. Sanat, bunlardan özellikle duygu, sezgi ve hayal gücü merkezli çabaların ürünüdür. Öyleyse sanat öznel bilme faaliyetidir.
Sanatta gündelik hayatın endişelerini aşan, işe yararlık amacı gütmeyen bir yan vardır. " Güzel" veya "güzellik" kaygısı, belirleyici ve sanatçıyı sürükleyici bir işlev yerine getirir. Sanat, bu özelliği ile insanı ruhsal açıdan eğitir ve arındırır.
Sanatın çeşitli tasnifleri olmakla beraber en yaygın olarak bilineni özgün sanatlar ve güzel sanatlar ayrımıdır. Özgün sanatlar , zihin faaliyeti yanı ağır basan ( edebiyat gibi) ; güzel sanatlar ise beden faaliyeti gerektiren ( resim gibi) sanatlardır. Bunları kesin çizgilerle birbirinden ayırmak oldukça zordur.
Nusret Çam ( 1950-) , sanatı " Olayların , duygu , düşünce ve tasavvurların , görülen, duyulan ve fark edilen güzelliklerin , insanda estetik bir heyecan uyandıracak şekilde ifade edilmesidir." şeklinde tanımlamaktadır.
Sanat, bir insan faaliyetidir. İnsan, varoluşundan beri bir taraftan kendini ve çevresini tanımaya, bilmeye, anlamaya ve anlamlandırmaya çalışırken , diğer taraftan da kendisini ve çevresini değiştirmeye veya içinde bulunduğu durumdan memnun ise bunu sabit tutmaya çalışmıştır. İnsanın bu çabaları, gündelik hayat , din, bilim, felsefe, sanat gibi alanlarda gerçekleştirdiği faaliyetleri ile olmuştur. O halde, sanat da insanın kendisi ve çevresiyle kurduğu ilişkiler sonucu ortaya çıkmış faaliyettir.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
PALEOLİTİK ÇAĞ SANATI VE MODERN SANAT
Paleolitik Çağ’da Sanat Kavramı ve Modern Sanat Bağlantısı Paleolitik Çağ’da “sanat” diye başlamadan önce, Paleolitik Çağ’daki yaşam koşull...

-
Yansıtmacı kuramı benimseyen sanatçılar eserlerinde tabiattan bazı varlıkları taklit etmeye çalışmışlardır. Plat...
-
Eğer aklınızda güzel sanatlar lisesi veya güzel sanatlar fakültelerinin sanat ya da tasarım bölümlerine girmek varsa öncelikle çevr...
-
Gece yarısı New York'tan Buenos Aires'e hareket edecek olan büyük bir yolcu gemisi düşünün ,içerisinde bir milyoner ve ...