Paleolitik Çağ’da Sanat Kavramı ve Modern Sanat Bağlantısı
Paleolitik Çağ’da “sanat” diye başlamadan önce, Paleolitik Çağ’daki yaşam koşullarından bahsetmek istiyorum. Dönemin koşulları, dönemin sanatını anlamlandırmamıza yardımcı olacaktır. Yaklaşık 4.5 milyar yılı aşkın bir süredir varlığını sürdüren Dünya gezegeniyle birlikte, yaşam da bu sürenin büyük bir bölümünde, onun yüzeyinde, değişik biçimlerde gelişiyor. Yontma, Eski Taş Çağı veya Antropolog Morgan’ın ifadesiyle “Barbarlık Çağı” olarak adlandırılan Paleolitik Çağ, günümüzden yaklaşık iki milyon yıl önce başlamış ve on iki bin yıl önce son bulmuştur. Bu çok uzun bir dönem olmasına karşın çok ilkel bir dönem aslında, bu nedenle hatırı sayılır bir gelişmişlikten bahsetmek söz konusu değil; ancak bu çağın söz konusu tarihin gelişiminde büyük bir rolü vardır: ilk insan atalarının bu çağda ortaya çıkması ve ilk aletlerin bu çağda üretilmiş olması insanlaşma sürecine girildiğini temsil etmektedir. Aynı zamanda taş aletler, en eski teknolojiyi de temsil eder nitelikte. İşte bu taş aletler sayesinde, sözel ifade biçiminin yanı sıra ileride yazının ve sanatın doğuşuna sebebiyet verecek görsel ifade biçimi de gelişmeye başlamıştır. Bunu şöyle de ifade edebiliriz: İlk alet ne zaman yapıldıysa sanat için ilk adım da o zaman atılmıştır.
Paleolitik Çağ’da “sanat” diye başlamadan önce, Paleolitik Çağ’daki yaşam koşullarından bahsetmek istiyorum. Dönemin koşulları, dönemin sanatını anlamlandırmamıza yardımcı olacaktır. Yaklaşık 4.5 milyar yılı aşkın bir süredir varlığını sürdüren Dünya gezegeniyle birlikte, yaşam da bu sürenin büyük bir bölümünde, onun yüzeyinde, değişik biçimlerde gelişiyor. Yontma, Eski Taş Çağı veya Antropolog Morgan’ın ifadesiyle “Barbarlık Çağı” olarak adlandırılan Paleolitik Çağ, günümüzden yaklaşık iki milyon yıl önce başlamış ve on iki bin yıl önce son bulmuştur. Bu çok uzun bir dönem olmasına karşın çok ilkel bir dönem aslında, bu nedenle hatırı sayılır bir gelişmişlikten bahsetmek söz konusu değil; ancak bu çağın söz konusu tarihin gelişiminde büyük bir rolü vardır: ilk insan atalarının bu çağda ortaya çıkması ve ilk aletlerin bu çağda üretilmiş olması insanlaşma sürecine girildiğini temsil etmektedir. Aynı zamanda taş aletler, en eski teknolojiyi de temsil eder nitelikte. İşte bu taş aletler sayesinde, sözel ifade biçiminin yanı sıra ileride yazının ve sanatın doğuşuna sebebiyet verecek görsel ifade biçimi de gelişmeye başlamıştır. Bunu şöyle de ifade edebiliriz: İlk alet ne zaman yapıldıysa sanat için ilk adım da o zaman atılmıştır.
Bu ilk adımlar da Paleolitik Çağ ya da Eski Taş Çağı adıyla bildiğimiz dönemde çıkış
göstermiştir. Paleolitik Çağ kendi içinde üç alt döneme ayırmak mümkün: Alt, Orta ve Üst
Paleolitik Çağlar. Dönem aletlerinin gelişim süreci ise; Paloelitik Çağ’da insanların
teknolojileri, çakmak taşı ve diğer işlenebilir taşlardan, ayrıca hayvan kemikleri ve
boynuzlardan yapılan aletlerden Paloelitik Çağ’da insanların teknolojileri, çakmak taşı ve
diğer işlenebilir taşlardan, hayvan kemikleri ve boynuzlardan yapılan aletlerden ibaret
olduğunu görebiliriz. Dönem insanlarının mevzubahis aletleri yapmalarının asıl nedeninin
'sanat' yapmak olmadığını elbette biliyoruz; fakat o halde niçin yaptılar bu aletleri?
Alt Paleolitik devrin insanları, kendilerini vahşi hayvanlardan korumak, beslenmek,
avlanmak için ve zaman zaman da kendi aralarındaki mücadelelerde kullanmak için genellikle
doğanın kendilerine sunduğu bu taşları, ya daha sert olan başka taşlarla yontarak işlemişler ya
da doğal halde çevrelerinde bulunan ve çok az bir rötuşla alet haline gelebilen parçaları
kullanmışlardır. Bu gibi 'teknolojik' değişikliklerin en belirgin yanı da yonga endüstrisinde
kendini göstermiş, Alt Paleolitik'in kaba taş alet yani iki yüzeyli aletlerin yerini oldukça
düzenli biçimde yontulmuş, kenar düzeltmelerinin yapılmış ve uç kazıyıcı haline sokulmuş
işlenik yonga aletler almıştır.
Alt Paleolitik Çağ boyunca süren ılıman iklim, Orta Paleolitik Çağ’da kurumaya,
sertleşmeye ve bol kar yağışıyla yeni bir buzullaşmaya dönüşerek insanın yaşayışını
zorlaştırmış fakat gelişen yetenekler daha sofistike taş aletlerin kullanılmasını sağlamıştır. Üst
Paleolitik Çağ’da taş işçiliği çok daha gelişmiştir. Bu çerçevede çok daha nitelikli aletler
yapılmaya başlanmış, üstelik artık üretilen taş aletler başka aletlerin yapımında kullanılmaya
başlanmıştır. Taş aletler kemik ve boynuzdan yapılan yeni aletlerin üretilmesine imkan
vermiştir.
Üst Paleolitik Çağ’ın önemli gelişmelerinden biri de insanların entelektüel hayatlarıyla
ilgili birtakım sanat eserlerini yapmaya başlamasıdır. Mağara duvarlarına ve çeşitli objeler
üzerine yapılan boyalı resim, gravür, alçak kabartmalar ile heykeller, Paleolitik sanatın, sanat
tarihi içinde oynadığı rolü ortaya koymuştur.
Bu Paleolitik çağın ilk eserlerinin yontu figür heykelciklerinden oluştuğu
sanılmaktadır. Bu çağdan elimize kadar ulaşmış olan ilk eserler, birtakım küçük heykellerdir.
Bazı heykeller mamut dişinden oyularak yapılmıştır buna örnek olarak: Garonne ırmağı
vadisinde bulunan fildişi kadın başını örnek verebiliriz. Söz konusu baş dört santimetre
kadardır ve bu heykellerin en eskisidir. (40 bin yıl öncesine ait olduğu düşünülmekte. ) Yine
mamut dişinden oyularak yapılan bir diğer heykel de Lespugue Venüsü’dür. Yaklaşık 15,4
santimetre boyutundaki Lespugue heykeli, 1922 yılında yine Garonne’de bir mağara içinde
bulunmuştur. Bahsedilen heykel şuan Paris’de İnsan Müzesi’nde sergilenmektedir. Bu kadın
vücudu, yuvarlakların üst üste dizilmesi sonucunda oluşmuş gibidir ve 30 bin yıl öncesine ait
olduğu düşünülmektedir.
Bir diğer önemli heykel ise şu an Viyana Doğa Tarih Müzesi’nde bulunan Willendorf
Venüsü’dür. Bu heykel 11 santimetre yüksekliğindedir ve diğerler heykellerin aksine kireç
taşından yontulmuştur. Willendorf Venüsü’nün başı, tıpkı bir böğürtlene benzemekle birlikte
bir diğer dikkat çekici özelliği de şişirilmiş göğsü, kalçası ve karnıdır. Kadının cinsel
organlarının abartılması ve heykellerde göz dudak bulunmaması bu noktada oldukça önem
taşımaktadır. Heykellerde yüz hatlarındaki belirsizliğinin nedeninin -çoğunlukla- el işçiliğinin
yetersizliği olduğunu söyleyemeyiz. Bu belirsizlikle ifade edilen temsil şekli, henüz ortaya
çıkmamış olan İkonografi sanatını çağrıştırmakta. Bir imgenin görünürlüğü kadar
ulaşılmazlığı da tasvir edilmek istenmiştir ve ana tanrıçanın suretinin temsili olarak ifade
edilmemesi, tanrıça figürünün adeta bir maske içinde gizlenerek karşımızda durması,
tanrıçanın mahrem olarak ifade edilmesi gerektiğine dair mitik bir dünya görüşüne de
dayanılır. Ana tanrıça kültlerinde görülen bu kadın figürleri, genellikle yüz ifadeleri belirsiz -
sebebinden az evvel söz ettik- besili ve doğurgan, göğüsleri ve dişilik organı belirgin biçimde
olan yontulardır. Sınırlı besin, alet ve bilgi birikimiyle doğaya ve toprağa bağlı kıt yaşam
koşullarının oluşturduğu mitik inanış içindeki Paleolitik insan; bu heykelcikleri yaparken
yaşamı ve doğayı yaratan Ana Tanrıça ile kadın bedeni arasında bir benzerlik kurmuştur.
Heykelciklerde bulunan boynuz ve çentik sayısı, doğanın bereketi ve döngüsü üzerine hem bir
sembol hem de bilgi içeriyor olması da mümkün. Kadın heykelciklerinin bu şekilde tasvir
edilmesi bereketi –bereket tanrıçası Venüs heykelleri- ve doğurganlığı sembolize etmeleri,
aynı zamanda dönem içerisinde neredeyse hiç erkek heykele rastlanılmaması yahut çok az
rastlanılması bir tesadüf değildir.
Sıra Paleolitik Çağ’ın duvar resimlerine gelince, bu; kimi insanlar için izlenmesi
tutkuya dönüşmüş bir sanat, kimi insanlar içinse ardında derin manalar barındıran ve birçok
şeyi anlatan mitoloji. Yaklaşık on dokuzuncu yüzyıl başlarında keşfedilmeye başlanan bu
mağara duvar resimleri, dönemin prehistoryenlerini dahi hayrete düşürmüş, geçmişi konusuna
uzun müddet muamma ile bakılmış, hatta Paleolitik insanlar tarafından yapılmış olmasınan da
kuşkulanılmıştır. Bir müddet daha şüpheye neden olan bu mağara resimleri, sonrasında
Paleolitik insanın avcı-toplayıcı yaşamının bir "imgesel karşılığı" olarak kabul edilmeye
başlanmıştır.
Günümüzden bin yıllarca öncesine dayanan, coğrafi konum olarak Avrupa ve Asya ile
sınırlandırılmış bu mağara resimleri şu ana dek hakkında pek çok hipotezin üretilmesine de
sebep olmuştur. Bu hipotezlerin kimisi Paleolitik Çağ insanının dini ritüelleri olarak
duvarlara resim yaptıklarını savunmuş, kimisi bunun bir iletişim kurma biçimi olduğunu,
kimisi de yalnızca arkalarında bir iz bırakma, var olma içgüdüsünden doğduğunu
savunmuştur.
Sıralanan yer ve zaman aralığına yayılmış mağara resimleri kimi araştırmacıların da
kabul ettiği ortak özellikleri barındırır; bunlar arasında çizilen figürlerin bazı ünik örnekleri
dışında kalanları ve genel tipolojik özelliklerdir.
Peşi sıra gelen yeni keşifle ile mağara resim sanatının belli coğrafyalar üzerinde
yoğunlaştığı gözle görülür bir biçim alıyordu. Hiç şüphesiz, bu, Paleolitik insan toplulukları
arasındaki yaşam biçimlerinin farklı oluşunun ötesinde coğrafi biçimlerin de etkili olduğu bir
dağılımdı. Bugüne değin keşfedilmiş mağaraların bir bütünlük içerisinde, nitel farklılıkları,
nicel büyüklükleri de kestirip atılacak türden şeyler değillerdir. Mağaraların her biri adeta,
farklı bir yaşamı, farklı bir anlayışı ve yorumlamayı barındıran, geçmiş kültürlerin imge
depolarıdır. Bu mağaların en meşhur ve en eski olanları ise; Altamira, Lascaux ve Chauvet isimleri mağaralardır. Bu mağaralardaki av sahnelerini içeren duvar resimleri imge bütünlüğü
olarak farklılıklar barındırsa da, genel hipoteze göre Paleolitik insanın ihtiyaç, inanç ve
soyutlama isteğinin bir dışavurumunu gösterir. Paleolitik insanın çizim yeteneklerindeki
etkileyici unsur, henüz 'perspektif' denen bir kavram olmamasına rağmen hayvan çizimlerinin
aynı anda farklı hareketler içerisinde görünmeleri olduğunu söylemek mümkün. Duvar
resimlerinin bazı dans sahnelerinde hayvan figürlerinin yanı sıra insan figürlerine de yer
vermişlerdir. Ancak bu insansı figürler ilkel hatta şu an 'çöp adam' olarak nitelendirdiğimiz
biçimde iken, hayvan figürleri oldukça realistik olarak resmedilmiş. Çizim
renklendirmelerinde de kırmızı başta olmak üzere, sarı ve kahverengi gibi bitki boyaları,
bunun yanı sıra siyah odun kömürü kullanımı da görülür. Mağara duvarlarının tabiri caiz
'galeri' şeklinde kullanılması, devinim içinde bulunan figür tasvirleri ve çizimlerde kullanılan
renklerin tonları, bu çizimlerin belki de 'sanatçı' adını verebileceğimiz ve belirli bir bilgi
birikimi -elbette kısıtlı bir bilgi birikiminden söz ediyoruz- sonucu uzman konuma gelmiş
kişiler tarafından yapıldığı olasılığını öne çıkartmaktadır. Lascaux mağarasının duvar
resimlerinde insan yüzünün tasvirine neredeyse rastlanmaz; ancak farklı zaman aralıklarında
çeşitli figürlerin üst üste bindirildiği tasvirlere rastlanır. Bu çizimler, şu an için hem realistik
hem de fantastik diyebileceğimiz ikili bir anlatıma sahiptir, diyebiliriz. Hayvan çizimlerini
gerçekçi üslup özelliğini yansıtması, perspektifin henüz keşfedilmemiş olması ve boyamada
kullanılan renk tonları sayesinde fantastik diyebileceğimiz desenleri görürüz. Hayvan, insan
ya da çöp adam figürleri dışında anlamlarının keşfedilemediği bazı geometrik şekillerin de
duvar resimlerindeki kompozisyonda oluşu, bu çizimlere ilginçlik kazandırmıştır.
"Sanat" adı verilen bir şey yoktur aslında, yalnızca sanatçılar vardır; yani bir zamanlar
renkli toprakla bir mağaranın duvarına becerebildiklerince bizon resimleri çiziktiren, bugünse
boya satın alıp reklam afişleri yapan ve yüzyıllardan beri daha birçok şeyler üreten insanlar.
Tüm bu etkinlikleri sanat diye tanımlamakta hiçbir sakınca yok, yeter ki bu sözcüğün yer ve zamana göre birbirinden değişik anlamlara gelebileceği unutulmasın ve günümüzde neredeyse
bir korkuluk veya tapınç aracı haline gelen ve büyük S ile başlayan "Sanat"ın var olmadığının
bilincinde olunsun. " (Gombrich, 1972:4)
Bu kavramları seçme sebebime gelince, geçtiğimiz günlerde okumaya başladığım
'Believing is Seeing: Creating the Culture of Art' isimli bir kitap olduğunu söylemem gerek.
Bu kitapta “sanat” ın modern zamanların –son iki yüzyılın- bir icadı olduğundan bahsediyor.
Modernizm öncesi insanlar tarafından yapılan görkemli objeler, parçalar ve yapılar
kültürümüz tarafından tahsis edilmiş ve sanata dönüştürülmüştür. Bizim bildiğimiz sanat,
nispeten yeni bir olgudur ve galerilerde görülmek, müzelerde saklanmak, koleksiyoncular
tarafından satın alınmak ve kitlesel basın arasında türetilmek için yaratılan bir şeydir. Bir
sanatçı bir sanat eseri ortaya koyduğu zaman, esas bir değeri ya da kullanılabilirliği yoktur;
ama bu sanat eseri sanat sistemleri (galeriler, müzeler vs.) içinde dolandığı zaman, bir anlam
derinliği, geniş bir önem ve değerinde -belki modern dünyadaki diğer her şeyden daha büyük bir yükselme kazanır. Hayattaki her şey çeşitli enstitülerce şekillenmiş ve tanımlanmıştır.
Enstitüler işlerin sınırlarını ve düzenlerini belirler – tıpkı bir tablonun çerçevesinin içindeki
resmi şekillendirdiği gibi, ve tıpkı bir kaidenin belirli bir objeyi, heykel olarak limitlendirdiği
gibi.- Duchamp’ın “Pisuvar”ını farklı bir periyod ve kültürlerdeki objeleri sanat olarak
anlamanın ve ele almanın modern usulüne bir yorum olarak düşünebiliriz. Bir bakımdan
Duchamp'ın bir banyo tesisatını alıp, bir sanat sergisinde bir kaidenin üzerine koyup, onu
'Şelale' olarak adlandırması ve bu sebeple bir klozeti sanata çevirmesi, sanat tarihçilerinin
25,000 yaşında bir figürü alıp, bir müzeye koyup “Venüs” ismini vermeleri ve bunu sanat
olarak adlandırmalarından çok da farklı değil.
Sanatın doğuşundan, gelişiminden bu yana insanlığın sanat anlayışının, dönem dönem,
kimi zaman çevrenin etkisiyle, kimi zaman dinin etkisiyle, kimi zamansa hayal gücünün
etkisiyle sık sık değişime uğradığını ancak hep bir ortak noktada buluştuğunu görüyoruz;
insanlığın doğuşundan bu yana var olan sanat, insanlığın yok oluşuna değin de sürecek. Hatta
belki sonrasında da; çünkü insanoğlu anlamaya ve anlamlandırmaya ihtiyaç duyar ve
duyacak, bu yüzyıllardır böyle.
Doğa Batır ile.
Kaynakça
Gombrich, E. (1972). Sanat ve Sanatçılar. E. Gombrich içinde, Sanatın Öyküsü (s. 4).
İstanbul: Remzi Kitabevi Yayınları.
Lynton, N. (1982).
Modern Toplumda Sanatçı. N. Lynton içinde, Modern Sanatın Öyküsü (s.
350-362). İstanbul: Remzi Kitabevi Yayınları.
Staniszewski, M. A. (1995). What is Art? M. A. Staniszewski içinde, Believing is Seeing:
Creating the Culture of Art (s. 28-31). New York: Penguin Books.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder