BAUHAUS VE JEAN MOLITOR FOTOĞRAF SERGİSİ
Modernleşmenin tasarımı olarak tanımlanan Bauhaus Sanat Akımı, bir eğitim hareketinin ya da bir stilin ötesinde, 1850 yılından bu yana Avrupa’da yürürlükte olan ekonomik, kültürel ve toplumsal modernleşme programını ifade etmekte. Yeni bir hayatın tasarlanacağı inancını temsil eden Bauhaus Sanat Akımı, Almanya’nın kültürel nüfus politikaları kapsamında, Osmanlı yönetimlerinin özellikle de Cumhuriyet’in kurucusu olanların modernleşme girişimlerinde etkili olmayı başarmıştır.
1919 senesinde Almanya’nın Weimar şehrinde kurulan ve hizmete başlayan Bauhaus sanat ve tasarım okulu olarak hizmetlerini sürdürmekte. Bauhaus Sanat Akımı okulunun kurucusu Henry Van de Velde’dir. 1919 ile 1925 yılları arasında Weimar’da kurulan Bauhaus Sanat Akımı Okulu, 1925 ile 1932 yılları arasında Dessau’da, 1932 ile 1933 yıllarında da Berlin’de hizmet vermiştir.
Bauhaus; mimari ürün ve görsel iletişimi etkileyen ve yaşama geçiren modern bir tasarım üslubu yaratmıştır. Görsel eğitime modernist bir tavırla yaklaşan bu okul, sınıflara hazırlık sistemi getirilmesi ve özgün öğretim yöntemleriyle görsel teoriye büyük katkıda bulunmuştur. Bauhaus; güzel sanatlarla uygulamalı sanatlar arasındaki sınırları da ortadan kaldırarak, sanatı tasarım yoluyla ve yaşamla yakın bir ilişki içerisine sokmayı amaçlamıştır.
Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra yeni dünyaya yeni bir bakış açısı sunan Bauhaus Sanat Akımı Okulu, endüstri, sanat ve zanaat birleşmesini yaratmaya çalışmıştır. Bu üç birleşimin sağlanması ile en etkili ve en güçlü tasarımların yapılacağını savunan Bauhaus Sanat Akımı Okulu, çalışmalarını da bu yönde ilerletmeye başlamıştır. Bu sayede de Bauhaus Sanat Akımı Okulunun modernist çizgisi de oluşmaya başlamıştır.
Kurulmasındaki temel hedef kombine mimarlık okulu ve güzel sanatlar akademisi yaratılmak olan Bauhaus Sanat Akımı, savaş sonrasında Gropious’a göre yeni bir tarzın ve stilin başlaması gerekliliğine göre şekillenmiştir. Gropious’a göre çok daha fonksiyonel, kalıcı ve ucuz ürünlerin üretilmiş olduğu bir stil yaratılmalıydı ve bu da Bauhaus Sanat Akımı ile mümkündü. Sanat ile zanaatı birleştirmek isteyen Gropious, sanatsal ve fonksiyonel ürünler yaratmak amacındaydı çünkü ona göre ressamlık, mimarlık, zanaatkârlık ve heykeltıraş iç içe olmalıydı. Ayrıca sanatçıyı zanaatkârın en yücesi olarak görmekteydi.
![]() |
"BAU1HAUS" |
Bauhaus'un temel düşüncesi ve tasarım anlayışı bir eksen olarak önce kendi dönemini, daha sonra Ulm Tasarım Yüksek Okulu ve Alman endüstrisinin katkılarıyla Alman Tasarım kültürü, dolaylı olarak da modern çağın tasarım kültürünü etkilemiştir. Bauhaus hareketi, geçmişte olduğu gibi bugün de sanatın bir biçimde modernize edilmesi amacını taşımaktadır. Bauhaus aslında, geleceğin inşası olan bir ütopyanın bütün sanat alanlarını aynı potada buluşturmasıdır.
Bauhaus'un Türkiye bağlantısı ise 1957 yılında İstanbul Devlet Tatbiki Güzel Sanatlar Yüksek Okulu ile olmuş, bu okulun başına Bauhaus kökenli Alman Prof. Adolf G. Schenck getirilmiş.
Türkiye'de modernleşme süreçleriyle sanat ile Alman kültürel nüfusu arasındaki ilişkilere odaklanan çok fazla çalışma bulunduğunu zannetmiyorum. Oysaki bu ilişkiler, XIX. yüzyıl sonlarından başlayarak sanat, mimarlık ile düşünce ve pedagoji hareketlerinin incelenmesinde bunların Avrupa'nın modernlik tarihindeki kaynaklarıyla kıyaslanmasında kanımca son derece aydınlatıcı bir alan oluşturuyor. O ölçüde de bakir ve kapsamlı bir alan… Bu alana yönelince 1870-1950 arasında sanki hangi taşı kaldırırsanız bir Bauhaus izi keşfediyorsunuz.
Grafik sanatının kurucusu olarak anılan ve geçtiğimiz yıllarda arka arkaya sergileri açılan İhap Hulusi örneğin; Münih Kunstegewerbe Schule mezunu, Jugendstil izleyicilerinden Hohlewein'den etkilenmiş ve Behrens'le görüşüyor. Felsefe ve mantığı üniversite programlarına sokan Nusret Hızır örneğin ; 1934'te İstanbul Üniversitesinin başında olan 'Viyana Çevresi' düşünce okulunun kurucularından olan Hans Reichenbach'ın asistanı; Viyana Çevresi ise Bauhaus zihniyetinde son derece etkin. Hepsinden daha önemlisi, 'Türk Sanatı' üzerine ilk çalışmaları akademi dünyasına takdim edenler, Viyana Üniversitesinden Heinrich Gluck ve hocası Strzsygowski'dir.
![]() |
"Jean Molitor" |
Kısaca Jean Molitor
23 Ağustos 1960’ta Berlin’in Prenzlauer Berg semtinde doğdu. Mesleki tutkusu onu Grönland’dan Rusya’ya, Afrika kıtasından Asya’ya ve okyanusun ötesinde Güney Amerika’ya varan birçok uğrağa götürdü. Alman televizyon kanalları için çeşitli belgesel filmler çekti.
15 yaşındayken “Junge Fotografen” [Genç Fotoğrafçılar] çalışma grubunun bir üyesi olarak çektiği başarılı bir fotoğrafla ilk kez ödül aldı. Ardından fotoğrafçılık ve kamera asistanlığı eğitimini tamamlayıp Leipzig Grafik ve Kitap Tasarım Sanatı Yüksekokulu’na girdi.
Yükseköğrenimini 1993 yılında başarıyla tamamlayan Jean Molitor, serbest fotoğrafçı olarak dünyanın birçok yerinde tanınmış firma ve kuruluşlarla çalıştı. Bu yıllarda ağırlıklı olarak çeşitli basılı yayınlar ve televizyon yapımları için röportajlar çekti, birçok kitabın görsel anlatımını üstlendi. Beyaz Rusya, Ukrayna, Küba, Orta Afrika, Afganistan, Kenya, Nijer gibi ülkelerde çok sayıda kâr gütmeyen uluslararası sosyal projelerde yer aldı.
Güney Amerika ve Çin’de uzun süreli çalışmalarda bulunduktan sonra Jean Molitor 2009 yılından itibaren mimari fotoğrafçılığa yöneldi. Bugün, “Leipzig Okulu” adıyla bilinen akımın elçisi olarak kabul edilen Molitor, bu sanatsal ortam içinde kendi tarzını geliştirdi.
Tema ve esinlerini dünyanın her yerinde arayıp bulan Berlinli kozmopolit Jean Molitor’un Avrupa, Asya, Afrika ve Amerika’da (2007-2019) açtığı bireysel sergiler, yaratıcı çalışmalarının kültürlerarası yönüne işaret etmektedir.
Berlin merkezli fotoğrafçı Jean Molitor, 2009'dan beri Bauhaus'un mirasını takip ederek dünyayı dolaşıyor. Okulun kuruluşundan bir asır sonra, birkaç kuşak mimar Bauhaus mimarisinin yenilikleriyle karşı karşıya geldi.
Ankara Sergisi"
Jean Molitor'un bu Bauhaus ekolü kapsamında gerçekleştirdiği fotoğraf sergisini inceleyecek olursak, sergi girişinde şöyle bir yazıyla karşılaşıyoruz;
"Berlinli fotoğraf sanatçısı Jean Molitor, Türkiye ve dünyada modern mimarinin izlerini sürüyor. Molitor’un fotoğrafları yalnızca bu belirgin tarzın Ankara ve Adana’daki mirasına değil, Türkiye ve Almanya’yı birbirine bağlayan kültürel değerlere de işaret ediyor. Sergi, mimari tarzların ülke sınırlarının ötesine taşındığı ve birbirlerini etkilediği 1920’li yıllarda bile küreselleşme düşüncesinin yaşadığını ortaya koyuyor.
Jean Molitor sanatında pürist yaklaşımıyla, geçici ve dikkat dağıtıcı unsurlardan arı halde fotoğrafladığı mimarinin bizzat öne çıkmasını sağlıyor. Dolayısıyla eserleri, Ankara ve Adana’daki modern mimarinin zengin çeşitliliğine ayna tutan bir duruluk taşıyor. Bu çeşitlilik içerisinde Bauhaus kadar, paralel akımlar ve gelişimler de kendine yer buluyor."
Okuduğumuz cümlelerin ardından fotoğrafları incelediğimizde, minimalist olarak görünen sanatsal bir anlayışa sahip olan Jean Molitor'un belgesel niteliğini kaybetmeden "dikkat dağıtıcı" olarak nitelendirdiği şeylerden yani; çok fazla insan, araba, çöp, kablo ya da ağaç gibi karmaşa yaratacak unsurların kadraja girmesinden kaçınmaya çalıştığını görebiliyoruz. Dikkatin fotoğraflanan mimari eser (kamusal bina) üzerinde yoğunlaşması istediği belli. Fotoğrafların bütünü aynı formatta, siyah-beyaz ve benzer bir perspektiften çekilmiş ve neredeyse tümünde binaların tam görünümleri yer alıyor. Bu da bir açıdan o dönemin - yani Bauhaus'un da- düşüncesini endüstriyel üretime yönelme, fazlalık olan, süsleyen unsurlardan kaçınma eğilimini de takip ettiğini göstermekte. Bu minimalist yaklaşım aynı zamanda fotoğrafların zamansız olarak algılanmasını da sağlamakta.
Bundan yola çıkarak sergideki fotoğrafları şu şekilde inceleyebiliriz, örneğin; ortak noktalarını bularak. Sergiyi gezip fotoğrafların bütününe baktığımızda, fotoğrafların hepsinin kamusal binalardan oluştuğunu fark ediyoruz. Yani kentte yaşayan insanların en çok temasta bulunduğu alanlar. Biraz daha incelediğimizde, bu binaların Sanayi Devrimi ile değişen kentin bir silüeti olduğunun ayırdına varıyoruz aynı zamanda. Ve şunu da görüyoruz ki Bauhaus ekolü, kentin yaşam alanlarını etkilemiş. Çok katlı, dikey, dışa çıkıntılı - balkon olarak adlandırdığımız form- formlar gelişmiş. Yani Bauhaus tamamiyle forma yönelmiş. Örneğin; ''Tatlin'in Kulesi'' Bauhaus fikrinin bir tezahürü olarak okunabilir.
Konstrüktivizim (yapısalcılık, yapı yapma durumu) dediğimiz kavramın ise yaşam kültürüne büyük bir etkisi vardır; çünkü bu kavram insanların yaşam alanını değiştirmektedir. Fotoğraftaki kamusal binaların bütününe baktığımızda da bu konstrüktivist mimarinin somut örneklerini görebiliyoruz.
Bauhaus ekolünün genellikle yapısal, mimari bir disiplin olarak karşımıza çıktığını görüyoruz; fakat bu ekolün geliştirdiği formlar birçok farklı alanda karşımıza çıkmakta. Örneğin; Wassily Kandisky, Pret Mondrian, Kazimir Malevich'ten bahsediyoruz. Bu kişiler, XX. yüzyıl'ın en önemli kişilerindendir, soyut sanatın öncüleridirler çünkü bu dönemde soyut sanat da gelişim göstermekte. Sanat bünyesinde, 'abstract' (soyut) diye adlandırdığımız kavram gelişiyor. Bu bağlamda Berlinli fotoğraf sanatçısı Jean Molitor'un sergisindeli fotoğraflara yeniden baktığımızda hepsinin 'abstract' formlardan oluşmuş binalar olduğunun ayırdına varıyoruz. Aynı zamanda modernizm, konstrüktivizm, soyut sanat olarak isimlendirdiğimiz akımların yaşam alanlarına etkisi -kültürel manada bir etkidir bu bahsedilen- olduğunun göstergesidir, bu sergi.
Sergiyi gezdik, fotoğrafları inceledik; çünkü Bauhaus ekolünün de etkisiyle kültürler arasındaki bu etkileşimi daha yakından görmeyi amaçlanmıştık. Bundan da yola çıkarak bu serginin 'Kültür Tarihi' bağlamında, kültürler arası aktarımın somut birer ürünleri/ yapıları olduğunu fark ettik. Ayrıca, kültürü kendi içerisinde iki başlığa ayırıyorsak;
Maddi Kültür
Manevi Kültür
Sergideki fotoğrafların 'maddi kültür' başlığı altında incelenmesi gerektiğini söyleyebiliriz; çünkü fotoğraflarda kamusal binalar yer alıyor. Dolayısıyla dünyanın dört bir yanında etkisi olmuş Bauhaus fikrinin maddi kültüre nasıl bir etkisi olduğunu sergideki fotoğraflarda inceleyebiliyoruz.
XX. yüzyılda hem sosyal ve siyasal hem de kültürel hayatı etkileyen önemli iki olayı örnek gösterecek olursak ilki için "Birinci Dünya Savaşı", ikincisi için ise "İkinci Dünya Savaşı" diyebiliriz. Şu açıdan bakacak olursak, 'savaş' sözcüğü başka kavramların daha aklımıza gelmesine neden olacaktır, bu kavramlar ise 'göç, kültür ve kimlik'tir. Savaş, göç kültürdür; kimlik göçüdür.
![]() |
"ABD, Miami, İtfaiye İstasyonu, Robert Law Weed & Edwin T. Reeder, 1939" |
Sergideki fotoğraflardan biri olan "ABD, Miami, İtfaiye İstasyonu, Robert Law Weed & Edwin T. Reeder, 1939"ı okuduğumuzda şunu fark ediyoruz: Birinci Dünya Savaşının etkilerinden kaçan Alman Bauhaus ekolü mimarları/sanatçıları Türkiye’ye gelmeleriyle beraber 'I. Ulusal Mimari Dönemi (Birinci Ulusal Mimarlık Akımı veya Neoklasik Türk Üslubu veya Milli Mimari Rönesansı ağırlıklı olarak 1908 ile 1930 yılları arasında yaygın olan bir mimari üslup.) ve II. Ulusal Mimari Dönemi (İkinci Ulusal Mimari Akımı veya Yeni Yöreselcilik 1939 ile 1950 yılları arasında Türkiye'de etkisini göstermiş ve dönemin yükselen totaliter ve milliyetçi düşünce ve üsluplarından etkilenmiş bir mimarlık üslubu.), mimari üsluplarının başkentte kurulmasına öncülük etmişler. Yaptıkları göç ile beraber kendi kültürlerini de beraberinde getirmiş ve yeni kimliğini oluşturmuşlar. Yeni Cumhuriyet’in kimliği ve kültürel oluşumunun, Alman kültürü Bauhaus ekolü ile geliştiğini anlıyoruz. Göç, kültür, kimlik kavramları bazen yeni kurulan bir Cumhuriyetin kültürel kimliğinin oluşmasında etkin rol oynamakta; biz de bu fotoğrafa bakarak bu okumayı yapabiliyoruz.
"Rusya, St. Petersburg, “Kızıl Bayrak” Tekstil Fabrikası, Erich Mendelsohn, 1927" başlıklı bir başka fotoğraf hakkınd bu kez de fotoğraftaki binanın tarihi, mimarı ve dönemi hakkında incelemede bulunalım.
![]() |
"Rusya, St. Petersburg, “Kızıl Bayrak” Tekstil Fabrikası, Erich Mendelsohn, 1927" |
Erich Mendelsohn tarafından tasarlandı ve daha sonra kısmen SO Ovsyannikov, EA Tretyakov ve Hyppolit Pretreaus (projenin kıdemli mimarı). 1926-1937'de inşa edildi.
Mendelsohn, 1925 yılında SSCB'de dinamik, fütüristik temeli ile tasarlaması istenen ilk yabancı mimar oldu. Ekspresyonist mimari . Daha önceki Luckenwalde şapka fabrikasına benzeyen daha işlevselci olan büyük bir fabrikadan bir model yapıldı . Mendelsohn inşaatı sırasında SSCB'ye birkaç gezi yaptı, ülkenin ilham kaynağı oldu. Yapılandırmacı mimarlık ve Russland-Europa-Amerika adlı bir çalışma yazdı . Bununla birlikte, zamanın ilkel inşaat teknikleri yapıyı tam olarak gerçekleştirmek için yetersizdi ve Mendelsohn'un tasarımı ile özgürlükler alındı.
Mendelsohn, projenin sadece ilk aşamasına 1925-1926'da katıldı, fabrikanın ilk (daha sonra değiştirilmiş) planını çizdi ve fabrikanın güç istasyonunu tasarladı, resmi olarak Rus tarihi ve kültürel mirasının bir nesnesi olarak kabul edildi . Diğer binalar SO Ovsyannikov, EA Tretyakov ve Hyppolit Pretreaus tarafından 1926-1928 ve 1934-1937'de tamamlandı. Şimdi bu fabrikanın tüm bina kompleksi, 2001 yılında Saint-Petersburg hükümeti tarafından yayınlanan (2006'nın ilaveleriyle) yeni ortaya çıkan tarihi ve kültürel miras nesneleri listesine dahil edilmiş.
Mendelsohn, 1926'da tamamlanmasından sonra binayı endüstriyel mimariye yaklaşımının bir örneği olarak sık sık kullanmasına rağmen reddetti; fabrika hala depolama alanı olarak kullanılmaktadır.
2017 yılına kadar yukarıdaki resimde görülen baca kaldırılmıştı; binanın "onarım durumunda" olduğu tanımlanmıştı.
1917 devriminden önce fabrika şimdi Krasny Kursant (Kırmızı Cadet) caddesi olarak adlandırılan bu binada yer alıyordu. Bina, zamanın "tuğla" tarzının karakteristik bir temsilcisidir. O zamanlar bitki Kerstner çorap ve çorap fabrikası olarak biliniyordu.
Devrimden sonra endüstri yeniden canlandığında, daha yeni ve daha modern bir tesise ihtiyaç duyuldu.
Yeni bina 1920'lerin ortalarında inşa edildi.
Bu fotoğraf, "yapılandırmacılık" tarzında inşa edilmiş fabrika santralini göstermektedir. Fabrikanın kendisi geniş bir alanı kaplıyor.
Bize en yakın binanın yarım daire şeklindeki kısmı emme kuyusunu, yerleşimciyi, temiz su deposunu, "Amerikan" filtrelerini, birincil pompaları ve su kulesini içerir.
Arkada, duman yığınlarının tepesinde, yedi kazan bloğu var.
Bina 26 metre yüksekliğinde.
Bir gemi gibi görünüyor, değil mi?
Ana duman yığını ve aşağıdaki anıt plak, 1926'da inşaat tamamlandığında yoktu.
Mendelsohn'un tasarımı tam olarak uygulanmadı. İnşaat sırasında yerel Leningrad mimarlarıyla çatışmalar yaşandı (Mendelsohn projeye rekabetsiz teklif edildi).
Sonunda projenin yazarlığını bile reddetti.
Orijinal planda en az üç resim bloğu daha vardı. Mendelsohn'un tasarımının gerektirdiği buydu.
Fabrika şimdi kapalı gibi görünüyor.
Bibliyografya:
St. Petersburg, Bir Sanatseverler Rehberi, Dizi, I. Bölüm, 11 Ekim 2017,BBC Televizyonu.
James, Kathleen (1997),Erich Mendelsohn ve Alman Modernizm Mimarisi, Fincan, ss. 70-77.
Mendelsohn, Erich (1928), Russland - Europe -America Mosse.
Goethe Institute.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder