Paleolitik Çağ’da “sanat” diye başlamadan önce, Paleolitik Çağ’daki yaşam koşullarından bahsetmek istiyorum. Dönemin koşulları, dönemin sanatını anlamlandırmamıza yardımcı olacaktır. Yaklaşık 4.5 milyar yılı aşkın bir süredir varlığını sürdüren Dünya gezegeniyle birlikte, yaşam da bu sürenin büyük bir bölümünde, onun yüzeyinde, değişik biçimlerde gelişiyor. Yontma, Eski Taş Çağı veya Antropolog Morgan’ın ifadesiyle “Barbarlık Çağı” olarak adlandırılan Paleolitik Çağ, günümüzden yaklaşık iki milyon yıl önce başlamış ve on iki bin yıl önce son bulmuştur. Bu çok uzun bir dönem olmasına karşın çok ilkel bir dönem aslında, bu nedenle hatırı sayılır bir gelişmişlikten bahsetmek söz konusu değil; ancak bu çağın söz konusu tarihin gelişiminde büyük bir rolü vardır: ilk insan atalarının bu çağda ortaya çıkması ve ilk aletlerin bu çağda üretilmiş olması insanlaşma sürecine girildiğini temsil etmektedir. Aynı zamanda taş aletler, en eski teknolojiyi de temsil eder nitelikte. İşte bu taş aletler sayesinde, sözel ifade biçiminin yanı sıra ileride yazının ve sanatın doğuşuna sebebiyet verecek görsel ifade biçimi de gelişmeye başlamıştır. Bunu şöyle de ifade edebiliriz: İlk alet ne zaman yapıldıysa sanat için ilk adım da o zaman atılmıştır.
4 Mart 2021 Perşembe
PALEOLİTİK ÇAĞ SANATI VE MODERN SANAT
Paleolitik Çağ’da “sanat” diye başlamadan önce, Paleolitik Çağ’daki yaşam koşullarından bahsetmek istiyorum. Dönemin koşulları, dönemin sanatını anlamlandırmamıza yardımcı olacaktır. Yaklaşık 4.5 milyar yılı aşkın bir süredir varlığını sürdüren Dünya gezegeniyle birlikte, yaşam da bu sürenin büyük bir bölümünde, onun yüzeyinde, değişik biçimlerde gelişiyor. Yontma, Eski Taş Çağı veya Antropolog Morgan’ın ifadesiyle “Barbarlık Çağı” olarak adlandırılan Paleolitik Çağ, günümüzden yaklaşık iki milyon yıl önce başlamış ve on iki bin yıl önce son bulmuştur. Bu çok uzun bir dönem olmasına karşın çok ilkel bir dönem aslında, bu nedenle hatırı sayılır bir gelişmişlikten bahsetmek söz konusu değil; ancak bu çağın söz konusu tarihin gelişiminde büyük bir rolü vardır: ilk insan atalarının bu çağda ortaya çıkması ve ilk aletlerin bu çağda üretilmiş olması insanlaşma sürecine girildiğini temsil etmektedir. Aynı zamanda taş aletler, en eski teknolojiyi de temsil eder nitelikte. İşte bu taş aletler sayesinde, sözel ifade biçiminin yanı sıra ileride yazının ve sanatın doğuşuna sebebiyet verecek görsel ifade biçimi de gelişmeye başlamıştır. Bunu şöyle de ifade edebiliriz: İlk alet ne zaman yapıldıysa sanat için ilk adım da o zaman atılmıştır.
1 Mart 2021 Pazartesi
SAİT FAİK ABASIYANIK’IN BİR İLKBAHAR HİKAYESİ
Modern Türk hikayesinin öncü isimlerinden olan Sait Faik’in yazın tarzını en iyi yansıttığını düşündüğüm bu öyküsü; bu incelemenin çıkış noktasını oluşturmaktadır.
Bir İlkbahar Hikayesi’nin ilk dikkat çeken noktası, öykünün deneme ve şiir yazın türü ile iç içe geçmiş olmasıdır diyebilirim. Öykünün ilk paragrafında tanımlamaya başladığı ilkbahar mevsimini yazarın kendi kendisi ile konuşur bir biçimde yazması, bu duruma örnek olarak gösterilebilir.
Yazar bir yandan anlatıcıyken bir yandan da öykünün baş karakteridir. Deneme türü ile harmanlanmış bir biçimde yazılmış bu öyküde, esas öykü anlatımına girişin “unuttukları da çoktur.” cümlesinden sonra başladığını görüyoruz.
Hikayemiz kırklı yaşlarını geçmiş bir insanda, ilkbahar mevsiminin uyandırdığı duygular başta olmak üzere bu duyguların odağında henüz 12 yaşındayken başından geçmiş buruk ve oldukça masum bir aşk hikayesini konu edinmektedir. Yazar, kırk yaş üstü insanların mevsimler içinde ilkbaharı üzüntü ile yaşamamasının imkanı olmadığını savunmuş ve insan ömrünü mevsimlere benzetenlere hak vermiştir. Sait Faik'in bu benzetmelerini Murathan Mungan'ın şu dizlerinde de görmek mümkündür: “...her yıl biraz daha kısalıyor bir öncekinden/ bana mı öyle geliyor/ yoksa daha mı hızlı ilerliyor zaman/ insan yaşlanırken?” (3-6), (Mungan, 1990, s.22) Yazarın yani aynı zamanda ana karakterin sevgilisinden ayrılmasının verdiği üzüntü ile araba yolculuğu boyunca ağlaması aslında gerçek sevgiye duyduğu özlemi dile getirmektedir.
Aynı zamanda hikayede gözümüze çarpan iki temel motif bulunmaktadır. Güneş motifi hikayede birçok cümlede kullanılmıştır. Yazar, ilkbahar mevsimini güneşin doğduğu bir mevsim olarak kabul etmiş ve ilkbaharın gelişinin yani güneşin doğuşunun alegorik olarak ışığın doğuşu, bunun da esasında sevginin doğuşu manasına geldiğini bizlere iletmek istemiştir. Ayrıca hikayede babasının tayini üzerine duygusal olarak bağlandığı komşu kızından ayrılmak durumunda kalan karakterin, bu ayrılma durumunu da güneş motifi üzerinden anlattığını görebiliriz. Ancak bu sefer motif, güneşin batışı alegorisiyle anlamlandırılmıştır. Yani öyküde güneşin doğuşu motifi ışığın, sevginin doğuşu, güneşin batışı ise ışığın, sevginin batışı/bitişi anlamına gelmektedir. Hikayemizdeki bir diğer motif de aynadır. Öyküde güneş motifi ile ayna motifi arasında bir anlamsal ilişki kurulduğu da okunabilir. Güneş motifinin sevginin doğuşunu, ışığı sembolize etmesi gibi ayna motifinin de bu sevginin doğuşunu, ışığı yansıtan obje olarak kullanılması, bu ilişkiyi açıklar niteliktedir. Aynı zamanda, ayna motifini diğer bir perspektif ile ele alacak olursak, sevginin, ışığın olmayışı durumunun sevgisizliği sembolize ettiğini söylemek mümkündür. Yani aynanın ışığı yansıtma durumu bir çeşit sevginin dışa aktarımı, sevginin bir yansımasıdır. Hikayenin bu kısmındaki işlenişi Özdemir Asaf’ın Yalın adlı şiirinde de görmek mümkündür: “Her sevmek sevilenin boy aynasıdır. Sevmek sevilenin o aynaya bakmasıdır.” (1-4), (Asaf, 2010, s.79). Aynanın yansıma yapmama durumu ise sevginin olmadığının, kaybolduğunun göstergesidir. Bundandır ki karakterimiz güneşin ormandaki ağaçlara düşürdüğü ışık yansımasının bir görünüp bir kaybolmasına dertlenmiştir. Karakterimiz bu yaşanmışlıktan yıllar sonra bile penceresinden kırlangıç gibi bir ışık birikintisi geçerse, işte o zaman ilkbaharı üzüntüyle dolu bir yumuşaklık, bir kalp çarpıntısı ile anarmış.
“...nasıl kullanılacağı bilinmeyen anlardı/ sonuna dek yaşamaktan korkup da kaçtığımız/ yerini ve anlamını bulmayı beklerken/ çürüdü gitti içimizde/ saklı duygularımız…” (21-25), (Mungan, 1990, s.66).
Doğa Batır.
Asaf, Ö. (2010). Dokuza Kadar On. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.
Mungan, M. (1990). Mırıldandıklarım. İstanbul: Metis Yayınları.
PALEOLİTİK ÇAĞ SANATI VE MODERN SANAT
Paleolitik Çağ’da Sanat Kavramı ve Modern Sanat Bağlantısı Paleolitik Çağ’da “sanat” diye başlamadan önce, Paleolitik Çağ’daki yaşam koşull...

-
Yansıtmacı kuramı benimseyen sanatçılar eserlerinde tabiattan bazı varlıkları taklit etmeye çalışmışlardır. Plat...
-
Eğer aklınızda güzel sanatlar lisesi veya güzel sanatlar fakültelerinin sanat ya da tasarım bölümlerine girmek varsa öncelikle çevr...
-
Gece yarısı New York'tan Buenos Aires'e hareket edecek olan büyük bir yolcu gemisi düşünün ,içerisinde bir milyoner ve ...